23.12.2012

stockholm sendromu

ali haydar nergis

isveç'in güney bölgelerinde yaşayan toplumbilimci gustav flodberg, iktidara geldikten sonra otoriteye yönelen siyasi yönetimler ve onların seçmen kitlesi üzerine bir araştırma yapıyordu.

onun kuramına göre, ülkelerindeki sosyal ve ekonomik sorunların üstesinden gelemeyen yönetimlerin bir bölümü, iktidarlarını sürdürebilmek için otoriteye yöneliyor, seçmen kitleleri de onlara destek veriyordu.

isveç'te, 1973 yılında gerçekleşen bir banka soygunu girişiminden sonra ortaya çıkan "stockholm sendromu"nu hareket noktası olarak almıştı.

23 ağustos 1973 günü, jan erik olsson adlı bir banka soyguncusu, stockholm'deki kreditbanken'e silahla girerek 3 banka görevlisi kadını 6 gün süreyle rehin aldı. yapılan pazarlıklar sonunda soyguncunun, cezaevinde yatan clark olofsson adlı arkadaşı da yanına getirildi. soyguncu, daha sonra kendilerine 3 milyon kron para verilmesini ve arkadaşıyla başka bir ülkeye gitmelerine izin verilmesini istedi. pazarlık sürerken başbakan olof palme de soyguncu ile görüştü; ancak ödün vermedi. eylem süresince, soyguncu ve rehinelerin yiyecek ve içecek gereksinmeleri bankanın çatısında açılan bir pencereden karşılandı. radyo ve televizyonlar sürekli canlı yayın yapıyordu. halk, rehine kadınların durumunu merak ediyordu.

gerçekleştirilen telefon bağlantılarında, rehineler banka soyguncularının kendilerine çok iyi davrandığını söylüyorlardı. yetkililer, önce bunun o anki korkuyla verilmiş yanıtlar olduğunu sandı.

altıncı günde, içeriye uyuşturucu gaz atılarak soyguncular yakalandı. ancak, daha sonra ortaya ilginç bir durum çıktı. kurtarılan banka görevlisi kadınlar, soygunculardan ayrılmak istemiyor, onlara kötü davrandıkları gerekçesiyle polisi ve hükümeti suçluyorlardı. kadınlar, çıkarıldıkları mahkemede de soyguncuları suçlayıcı bir ifade kullanmadılar. bunlarla da yetinmeyip aralarında topladıkları parayla soyguncuların savunma giderlerini karşılamaya çalıştılar.

psikologlar ve toplumbilimciler, "güce tapınmaktan" kaynaklanan bu durumu "stockholm sendromu" olarak adlandırdılar. vardıkları sonuca göre, uzun süre baskı altında yaşayan ve şiddet gören birey, zamanla bu durumu kanıksıyor, "gücü" kutsuyor ve o gücü uygulayanın tutsağı haline geliyordu.

gustav flodberg, savını tam da bu noktadan başlatıyordu. ona göre, stockholm sendromu toplumlarda da görülüyor. üstelik bu kuramın belirtilerine yunan mitolojisindeki tanrılar savaşında da rastlamak mümkün. almanya'da hitler'in iktidara gelmesinde güce tapınmanın etkisi var. birçok diktatör, bu yüzden halkın desteğini de alarak uzun süre iktidarda kalabildi. ancak bu sendrom, sovyetler birliği'nin dağılmasından sonra belirgin olarak ortaya çıktı.

günümüzde de ülkelerindeki sosyal ve ekonomik sorunları çözemeyen iktidarlar, demokrasi geleneklerini boşvererek kolaylıkla otoriterliğe yöneliyor. kurtarıcı arayışındaki kitleler de onların peşinden sürükleniyor. baskı altındaki toplumlar, bir süre sonra baskıyı uygulayanın üstünlüğüne inanıyor ve ona bağlanıyor. dış dünyadan soyutlanan birey, kendisini çekip çevirecek "otoriter lider" arıyor.

stockholm sendromu'nun izlerini günlük yaşamda, dinin ve tarikatların baskısı altındaki toplumlarda, savaş esirlerinde, cinsel tacize ve aile içinde şiddete uğrayanlarda da görmek mümkün.

sendromun kahramanı, banka soyguncusu jan erik olsson, mahkemede 10 yıl ceza aldı, 8 yıl cezaevinde kaldı. çıktıktan sonra isveç'i terk etti, tayland'a yerleşti. arkadaşı clark olofsson ise o yolun yolcusu olmaya devam etti. banka soygunundan aldığı 1 yıllık cezanın ardından, karıştığı birçok uyuşturucu ve kaçakçılık suçlarından ağır cezalar aldı, yaşamını cezaevlerinde sürdürdü.