13.08.2012

komünizm

george sabine

düşünceler bir temel ekonomik gerçeği yansıtır ve aşağı yukarı yanlış temsil ederler; en azından kaynakları açıkça ortaya konmadığı sürece bu gerçeğin "yutturmaca" biçimleridirler. davranışlara temel oluşturan ülkücü güdüler ve nedenler olma nitelikleri ise yalnızca gerçek doğası oldukça farklı olan bir şeyin görüntüleri ya da belirtileri olmalarından ileri gelir. pek derinlere inemeyen yandaşlarına geçerli ve zorunlu görünürlerse de, bunların zorlayıcı gücü gerçekte asla onların bilinçlerinde bulunmamakta; ama sınıflarının toplumsal konumunda ve ekonomik üretimle olan ilişkisinde saklı kalmaktadır.

marx için feodalizmin kaldırılması, orta sınıfın iktidara gelmesi ve bu sınıfın iktidarını etkili kılan bir siyasal düzenin yaratılması demekti. o gün ancak bir ölçüde ulaşılmış olan en gelişmiş biçimiyle bir düzen, bir demokratik cumhuriyet düzeniydi. bundan dolayı fransız devrimi asıl olarak bir siyasal devrim olmuştu. devrim, toplumsal üstünlüğü soylular ve din adamlarından alarak sınai ve ticari orta sınıfa geçirmişti. devleti, orta sınıf baskı ve sömürüsünün belirgin bir organı olarak yaratmıştı. ve felsefesi -siyaset ve iktisatta doğal haklar düzeni- orta sınıfın işçiyi sömürme hakkının ideal bir savunması ve ussallaştırmasıydı.

siyasal devrimden sonra gelecek doğal adım daha köklü bir toplumsal devrimdi. bu, yükselmekte olan bir proleter işçi sınıfının işi olacaktı, orta sınıf nasıl feodal sınıfı iktidardan ayırıp yerine geçtiyse, işçi sınıfı da orta sınıfı iktidardan ayıracak ve yerine geçecekti. bu yükselen sınıfın da bir felsefesi olmalıydı ve nasıl orta sınıfın felsefesi özet olarak doğal mülkiyet haklarının savunması idiyse, proleter bir felsefe de mülksüz insanların haklarının sosyalist bir savunması olacaktı. ama proletarya toplum yapısının altında yer aldığı ve kendisinin altında sömürebileceği bir sınıf bulunmadığı için, bir proleter devrim, sömürme gücünün işçi sınıfına geçirilmesi olmayıp sömürmenin ortadan kaldırılması olacaktı. bu devrim sınıf ayrılıklarının bulunmadığı bir topluma doğru atılmış ilk adım ve insanın kendi kendisini tam gerçekleştirmesinin belgesi niteliği ile tarihin gerçek bir başlangıcı olacaktı. marx'ın felsefesinin başarmak istediği görkemli görev buydu.

din, gerçek doyumlar bulmaya yönelmiş her ussal çabayı yanlış yöne çeviren düşsel ya da acayip doyumlar getirmektedir. din "halkın afyonudur"; ezilenleri, kendilerini ezenlere karşı direnerek durumlarını düzeltmek için çaba göstermekten alıkoyan bir uyuşturucu maddedir.

marx/engels: iş bölümü bireyin ya da bireysel ailenin çıkarı ile, birbiriyle ilişki içindeki bütün bireylerin ortak çıkarı arasında bir çelişmeye yol açar. çünkü iş bölünür bölünmez, her insanın kendisine zorla kabul ettirilen ve kaçamayacağı özel, yalnız kendine ait bir etkinlik alanı olacaktı. oysa hiç kimsenin böyle bir alana sahip olmadığı, tersine istediği herhangi bir etkinlik dalında çalışabildiği komünist toplumda, toplum genel üretimi düzenler ve böylece bana bugün bir şeyi, yarın başka bir şeyi yapmak olanağını verir.

karl marx: yaptığım yeni şey, sınıfların varlığının yalnızca üretimin gelişmesindeki özel ve tarihsel aşamalarla bağlı olduğunu; sınıf kavgasının zorunlu olarak proletaryanın diktatörlüğüne götürdüğünü; bu diktatörlüğün kendisinin de bütün sınıfların ortadan kalkmasına ve sınıfsız topluma götüren bir geçiş durumundan ibaret olduğunu kanıtlamak idi.

karl marx: incelemelerim beni, devlet biçimleri gibi hukuksal ilişkilerin de, ne tek başlarına anlaşılabilecekleri ne de insan zihninin genel ilerleyişi denen şeyle açıklanabileceği, tersine yaşamın maddi koşullarından kök aldıkları sonucuna ulaştırdı. bu koşulları hegel, "sivil toplum" adı altında özetlemektedir; bu sivil toplumun anatomisi siyasal ekonomide aranmalıdır.

marx'ın hegelci idealizmden farklı olarak maddeciliğe verdiği son anlam da buydu. toplumsal evrimin baş etkeni hegel'in sivil toplumudur, devleti değil. devleti meydana getiren hukuksal ve kurumsal ilişkiler ve onlarla birlikte giden bütün ahlaki ve dinsel düşünceler, sivil toplumun ekonomik temeli üzerine kurulmuş bir üst yapıdan başka bir şey değildir.

karl marx: insan kafasında oluşan tasarımlar da zorunlu olarak, deneyle doğruluğu kanıtlanabilen ve maddi önverilerle bağlı olan maddi yaşam sürecinin yüceltilmiş biçimleridir. ahlak, din, metafizik, ideolojinin bütün geri kalan kesimi ve onlara karşılık düşen bilinç bilimleri, görüldüğü gibi artık bağımsızlığa benzeyen hiçbir özelliğe sahip değildirler. ne tarihleri, ne gelişmeleri vardır; ama insanlar maddi üretimlerini ve maddi ilişkilerini geliştirerek, maddi varlıklarıyla birlikte düşüncelerini ve ürünlerini de değiştirirler. yaşamı belirleyen bilinç değildir, bilinci belirleyen yaşamdır.

kapitalist sistem zorunlu olarak en sonunda ezilecektir; marx bir düzeni yıkmanın daha iyi bir düzen kurmak için emin yol olduğu ütopik düşüncesini hiçbir zaman bırakmamıştır.

nasıl hegel'e göre ulus bir ortak birliğe sahip idiyse, marx'a göre de sınıf böyle bir ortak birliğe sahipti. sınıf tarih içinde bir birim gibi hareket eder ve ekonomik ve toplumsal düzen içindeki yerinin zoruyla hareket ederken de kendine özgü düşünce ve inançları meydana getirir. bireyin önemi asıl olarak bir sınıfın üyesi olmasından ileri gelir; çünkü düşünceleri -ahlaki inançları, estetik seçimleri, hatta kendisine inandırıcı görünen uslamlama biçimi- asıl olarak sınıfın doğurduğu düşüncelerin bir yansımasıdır.

karl marx: değişik üretim biçimleri ve varlığın toplumsal koşulları temeli üzerinde, ayrı ve özel biçimlerde oluşan bütün bir duygular, düşler, düşünce biçimleri ve yaşam görüşleri üst yapısı yükselmektedir. bunları bütün bir sınıf, maddi temellerinden ve onlara karşılık düşen toplumsal ilişkilerden yaratıp biçimlendirmektedir. bunları gelenek ve eğitim yoluyla edinen birey, hareketlerinin gerçek güdülerinin ve başlangıç noktasının bunlar olduğunu sanabilir.

marx köylü sınıfı ve çiftçilerin ideolojisinin de küçük burjuva özelliğinde olduğunu düşünüyordu.

karl marx: insanlar yaptıkları toplumsal üretimde, kaçınılmaz ve kendi istençlerinden bağımsız olan belirli ilişkilere girmektedirler; bu üretim ilişkileri onların maddi üretim güçlerinin belli bir gelişme aşamasına karşılık düşer. bu üretim ilişkilerinin hepsinin toplamı toplumun ekonomik yapısını meydana getirir; hukuksal ve siyasal üst yapıların üzerine kurulu olduğu ve belirli toplumsal bilinçlilik biçimlerine karşılık düşen gerçek temel budur.

maddi yaşamdaki üretim biçimi yaşamın toplumsal, siyasal ve manevi süreçlerini belirler. insanların varlıklarını belirleyen şey bilinçleri değildir; tersine bilinçlerini belirleyen şey onların toplumsal varlığıdır. gelişmelerinin belli bir aşamasında, toplumdaki maddi üretim güçleri yürürlükteki üretim ilişkileriyle ya da o zamana değin içinde işledikleri mülkiyet ilişkileriyle çatışma durumuna girerler. bu ilişkiler, üretim güçlerinin gelişme biçimleri olmaktan çıkıp onlara gem olmaya başlar. o zaman toplumsal devrim dönemi gelmiş olur. ekonomik temelin değişmesiyle bütün görkemli üst yapı aşağı yukarı çabucak değişir. bu türlü değişmeleri düşünürken, doğa bilimlerindeki kesinlikle saptanabilen üretimin ekonomik koşullarının maddi değişimiyle insanların içinde bilinçlendikleri ve kavgaya giriştikleri hukuksal, siyasal, dinsel, estetik ya da felsefi, kısacası ideolojik biçimleri birbirinden her zaman ayırmak gerekir.

içinde bulundurduğu bütün üretim güçleri gelişmeden hiçbir toplumsal düzen ortadan kalkmaz; ve varlık koşulları eski toplumun rahminde olgunluğa ulaşmadan yeni ve daha üstün üretim ilişkileri de hiçbir zaman ortaya çıkamaz. bundan dolayı insanoğlu, her zaman ancak çözümleyebileceği sorunları ele alır; çünkü konuya daha yakından bakıldığında görüleceği gibi, herhangi bir sorun, ancak kendi çözümü için zorunlu olan maddi koşulların bulunması ya da hiç değilse ortaya çıkma süreci içinde olması durumunda kendini göstermektedir.

friedrich engels: doğru -ki felsefenin görevi onu bilmektir-, hegel'in elinde, bir kez bulununca artık yalnız ezberlenmesi gereken tamamlanmış bağnaz önermeler yığını olmaktan çıktı. doğru artık, bilimin uzun tarihsel gelişimi içinde bilgi sürecinin kendinde bulunuyordu; bu süreç, aşağı bir bilgi düzeyinden durmadan daha yukarı düzeylere çıkma süreci olup daha da yukarı bir düzeye çıkma olanağının kalmadığı, ellerini kavuşturup ulaştığı saltık gerçeği hayranlıkla seyretmekten başka yapacağı şeyin bulunmadığı bir noktaya hiçbir zaman varmayacak olan bir süreçtir.

ne bilimde kendi başına apaçık olan gerçekler ne de toplumda doğal ve devredilemez haklar vardır; hiçbir şey saltık, kesin ya da kutsal değildir. söylenebilecek en ileri şey, bilimsel bir kuramın ya da toplumsal bir uygulamanın kendi zaman ve koşullarına "uyduğu" ve yürürlükte bulunan bütün kuram ve uygulamaların yalnızca egemen durumda olmalarının da gösterdiği gibi, bu koşullara "uygun" olduklarıdır. ama zamanla ve koşulların değişmesiyle tarihe karışacakları ve daha "üstün" bir şeye yerlerini bırakacakları kesindir.

marx'a göre bir felsefenin amacı dünyayı yorumlamak değil, değiştirmektir.

george d.h. cole: bir hoppa kızın dudağını boyamasını bile üretim süreci ve sınıf kavgası terimleriyle açıklamaktan kendilerini alıkoyamayan marksistler vardır.

marx'ın kitabının gerçek gücü, kuramsal savlardan değil ama işçilerin koşullarını betimlemekteki katı gerçekçiliğinden ve düzenlenmiş kapitalizmi, toplumun insan özünü yiyip tüketen bir asalak gibi göstermesinden ileri geliyordu. amacı bakımından değilse de edimsel olarak kapital, sınai iş gücü için yeterli koruyucu önlem almayan bir sahiplenici toplumun apaçık manevi çirkinliğine yöneltilen ahlaki hücumların ilki ve herhalde en güçlüsü idi. ancak marx, kapitalizme yönelttiği hücumu açık bir manevi yargı biçiminde yapmadığı gibi, sermayenin iş gücünü sömürdüğü yolundaki savı da işçilerin daha önceki üretim düzeni içinde daha iyi bir durumda bulundukları anlamına gelmemektedir. diyalektik onun için, kapitalizmin kendinden önce gelen feodalizme göre bir ilerleme olduğunun güvencesiydi; marx bunu sık sık söylemiştir. bunun gibi kapitalizmin acımasızlıkları da kapitalistlerin kişi olarak acımasız oldukları anlamına gelmez; kapitalistler de işçiler gibi düzen içinde yakalanmışlardır ve düzenin gerektirdiği neyse onu yapmak zorunluluğu içindedir. marx'ın görüş açısından, bizzat düzen niteliği bakımından kendi kendisiyle çelişmelidir ve sonunda kendi kendini yıkacaktır. ama onu kendi kendisinin yıkıcısı yapan şey, doğmak için mücadele eden daha yüksek ve daha iyi bir düzenin tohumlarını içermekte olmasıdır. bundan dolayı marx'ın eleştirileri, özü bakımından geçmişe değil her zaman geleceğe dönüktür: işçilerin koşullarının ussal bir biçimde planlanmış ve sosyalleştirilmiş bir iktisadi düzende alacağına inandığı özelliğe dönüktür. ona göre böyle bir şey, içindeki kapitalizm çelişmelerinden arınmış olan bir iktisadi düzenin mantıksal ürünü olacaktır. marx ne böyle bir gelecek iktisadi düzenini betimlemeye çalışmış ne de bunu uğrunda mücadele edilmesi gereken bir ülkü olarak göstermiştir. hegel gibi o da, tarihin akışının hem kaçınılmaz hem de ussal olduğuna inanmıştı: insanlar kuşkusuz mücadele edeceklerdir; ama eninde sonunda mücadeleleri, istemeleri ve yaratmaları zorunlu olan şey uğrunda yapılacaktır. böylece marx, çıplak bir iktisadi nedenler ve sonuçlar çözümlemesi arkasında, gerçekten son derece güçlü olan ve dine benzer bir inançla desteklenen manevi bir çağrıda bulunmuş oldu. bu çağrı, uygarlığın ve hakkın ilerleyişine katılma çağrısından başka bir şey değildi. işçi ordularını marksçı sosyalizm etrafında toplayan şey de bu çağrıydı.

kapitalizmin klasik savunması, bir özgür değişim düzeninde herkesin uzun sürede piyasaya getirdiği değere eşit bir değeri geri alacağı ve böylece toplumsal üründen haklı payını alacağı savıyla yapılmıştı. marx buna karşı, kapitalistlerin üretim araçlarına sahip oldukları bir sanayi düzeninde emeğin her zaman aldığından daha çok ve düzenin sürmesi için gerekenden daha çok üretmeye zorlanacağını göstermek istedi. ortalama olarak ücretler, malthus'un ileri sürdüğü gibi nüfus baskısından dolayı değil ama özel mülkiyet düzeninden dolayı, yaşamı sürdürmeye ancak yetecek bir düzeye yakın olacaktır; kapitalistlerin düzen içindeki tekelci durumu da bu artığa kar ve kira biçimi altında el koymasını olanaklı kılacaktır.

marx'ın iktisadi çözümlemesi, kapitalist bir toplumun kesin çöküşüne doğru giderken izlediği akışla ilgili birçok öndeyişler getiriyordu. kapitalistlerin kendi aralarındaki yarışmadan dolayı sanayi gittikçe daha geniş üretim birimleri içinde toplanacaktır. bu birimler tekelci olmak eğilimi gösterecekler ve zenginlik gittikçe daha az sayıda büyük servette toplanacaktır. karı arttırmak için girişilen yarışma sömürüyü daha şiddetli kılacak ve işçi sınıfı gittikçe daha çok yoksul düşecektir. işçiler ürettiklerinin hepsini tüketmek olanağından süreğen bir biçimde yoksun bulundukları için kapitalist bir iktisat, üretim artığı, bunalım ve işsizlik dönemlerine uğrayacaktır. küçük işadamları, çiftçiler, bağımsız el sanatçıları -bir el sanatı iktisadının küçük burjuva kalıntıları- durmadan ücretli proletarya durumuna düşecek ve kapitalist toplum, kapitalistler ve onların uyduğu ikincil sınıflarla, proletarya yığınları arasında kutuplaşmak eğilimi gösterecektir. marx'a göre en sonunda bu eğilim, el koyanlara el konulacak bir devrimci duruma yol açacak ve üretim araçları sosyalleştirilecektir.

öte yandan işçi sınıfının gittikçe daha yoksul düşeceği öngörüsü çok yersizdi; çünkü sanayi toplumları yaşam düzeylerini kuşkuya yer bırakmayacak ölçüde yükseltmişlerdir. aşağı orta sınıfın ücretli proletaryaya dönüşeceği öngörüsünün de yanlış olduğu görüldü; çünkü sanayileşme, marx'ın sınıflamasına göre küçük burjuva sayılması gereken ve beyaz yakalılar denen sınıfı çok genişletmiştir. kapitalizm marx'ın kestirdiği gibi uluslararası ölçülere ulaştıysa da, daha yüksek ölçüde sanayileşmiş olan ülkelerde işçi sınıfı, lenin'in 1914'te güvenle beklediği gibi uluslararası bir sınıf kavgası uğrunda birleşmek eğilimi göstermedi.

kapitalist sanayiciliğin sınıf çatışmalarını keskinleştirdiği de görülmektedir. bu türlü geniş karşılaştırma yapılacaksa, sanayi toplumlarının el-sanatı toplumlarından daha az tabakalaşmış olduklarını, birincilerde sınıf duvarlarını atlamanın daha kolay olduğunu ve yine birincilerin olağanüstü ölçüde durağan olduklarını söylemek öyle görünüyor ki gerçeğe daha yakın olacaktır. toplumsal devrimler ingiltere ya da almanya'da değil, rusya ve çin'de görüldü. marx'ın kullandığı yöntemin geçerliliği konusundaki kesinliği, devrimin ve kapitalizmin çökmesinin çok yakın olduğu öndeyişlerine yol açmış, bu öndeyişler genellikle yanlış çıkmıştır; çünkü ya devrimler olmamış ya da yanlış yerlerde olmuştur.

marx, kapitalizmin bütün kötülüklerinin üretim araçlarının özel mülkiyet altında olmasında toplandığına inanıyor, bundan dolayı da özel mülkiyetin kaldırılmasının kötülüklerin kaynağını kurutacağına inanıyordu.

devlet, sömürü üzerine kurulu toplumda bir baskı aracıdır.

gerçek komünizm işbölümünü ortadan kaldıracak ve komünist ülkünün gerçekleşmesini sağlamak üzere toplumsal üretimi artıracaktır: "herkesten gücü yettiği ölçüde almak ve herkese ihtiyaçlarına göre vermek."