10.07.2012

pi'nin yaşamı

yann martel

din karanlığın ta kendisidir.

sağlıklı bir hayvandan daha tehlikeli olan tek şey, yaralı bir hayvandır.

sanatçılarımızı desteklemezsek hayal gücümüzü kaba gerçeğin sunağında kurban etmiş oluruz ve en sonunda hiçbir şeye inanmamaya, değersiz düşler görmeye başlarız.

bir şeyi anlamak için ona bir şeyler katmanız gerekir.

insanlar, sağlıklarına zarar gelmeden, hayvanların her türlü besini yiyebilecekleri türünde bir inanca sahiptirler. ama öyle değildir.

iyi bir hayvanat bahçesi, başarılı rastlantıların olduğu bir yerdir. hayvanların, idrarı ya da başka salgılarıyla bize, "uzak dur!", bizim de sınırlarımızla ona "olduğun yerde kal!" dediğimiz bir yer. bu diplomatik barış şartları altında, hayvanlar hallerinden hoşnuttur ve bizler de huzur içinde birbirimize bakabiliriz.

aslanlarla dolu bir çukura düşerseniz, aslanların sizi parçalamasının nedeni aç ya da kana susamış olmalarından değil, topraklarına izinsizce girmenizden kaynaklanır.

iradenin nasıl duvarlar ördüğünü görmek şaşırtıcıdır.

kişisel ruh, dünyanın ruhuna, tıpkı bir kuyunun taban suyu düzeyine değdiği gibi değer. evreni düşünce ve dilin üzerinde tutan şey, çekirdeğimizin içinde bulunan ve dışavurum için mücadele edenle aynıdır. sonsuzluğun içindeki son, sonun içindeki sonsuzluk. 

ilk mucize en derin olandır; ondan sonraki mucizeler ilkinin etkilerini taşır.

tanrıya doğru iki adım atarsan o sana doğru koşar.

müslümanların medeniyetsizlikleri islam'ın ne denli kötü bir din olduğunun kanıtıdır.

dışarıdaki kötülük, içimizdeki kötülüğün özgür bırakılmış halidir. iyiliğin başlıca savaş alanı, halka açık bir meydan değil, her birimizin yüreğindeki ufacık bir açıklıktır.

mantığın ne amacı var? yalnızca uygulanabilirlik mi; yiyecek, giysi ve barınak bulmak mı? neden mantık daha derin yanıtlar sağlayamıyor? neden sorumuzu, yanıtını bulabileceğimiz yerin ötesine fırlatamıyoruz? yakalanacak o kadar az sayıda balık varken, bu denli büyük bir ağ niye?

kendi hayatınız tehlikede olduğunda, korkunç ve bencil bir hayatta kalma açlığı yardımseverlik duygumuzu köreltir.

bir salgın hastalık olmayagörsün, hepimiz sokaklarda taş kırmak zorunda kalırız.

bir kazazedenin en büyük hatası çok fazla umup çok az şey yapmaktır. hayatta kalma, yakınında ve elinin altında olan şeylere dikkat etmekle başlar. boş ümitlerle dışarılara bakmak, yaşamı hayaller üzerine kurmaya benzer.

bir insan her şeye alışabilir, öldürmeye bile.

hayvanat bahçesinden kaçabilen hayvanlar, bilinenden bilinmeze doğru giderler ve hayvanların en nefret ettikleri şey bilinmezliktir. firar eden hayvanlar genellikle onlara güven duygusu veren, ilk bulundukları yere gizlenirler ve bir tek onlara güven veren o sınırı aşanlara karşı bir tehlike oluştururlar.

zaman yalnızca yürek atışlarımızı hızlandıran bir yanılsamadır.

bir ağaç, çok ama çok uzun zamandır denizde kaybolduğunuzda görebileceğiniz en güzel şeylerden biridir.

vedalaşmadan ayrılmak ne kadar da feci bir şeydir. hayatta her şeyi gerektiği gibi sonlandırmak çok önemlidir. ancak o zaman her şeyi bırakıp gidebilirsiniz. aksi halde, geriye söylemek isteyip de asla ağzınızdan dökülmeyen sözcükler kalır ve yüreğiniz pişmanlıkla dolar.

cehalet en kötü doktordur; dinlenmek ve uyumak en iyi hemşirelerdir.

anlamadığımız şey, hayvanların gözünde bizlerin garip ve yasaklı bir tür olduğumuz. onları korkutuyoruz. bizimle olabildiğince yüzleşmemeye çalışıyorlar. bazı uysal hayvanların korkularını bastırmaya çalışmak asırlar sürdü -buna evcilleştirmek deniyor- ama pek çoğu korkularının üstesinden gelemiyorlar ve gelebileceklerini de hiç sanmıyorum. vahşi hayvanlar bize saldırdıklarında, nedeni yalnızca ümitsizliktir. başka çıkar yolları olmadığını hissettiklerinde saldırırlar. son çare budur.