9.04.2012

islam alemi

fernand braudel

islam alemi zirvesine 8.-12. yüzyıllar arasında ulaşmıştır. islamiyetin liderlik konumunu 13. yüzyılda kaybettiği aşikardır. fakat çok tehlikeli olan hız kaybı ancak 18. yüzyılda başlamıştır. islamiyetin kaderi, bugün azgelişmiş denilen birçok devletinki gibi olmuştur; bunlara azgelişmiş denilmesinin nedeni, dünyayı makine hızında ilerletme yeteneğine sahip ilk devrim olan endüstri devrimini ıskalamış olmalarıdır.

islamiyet, bu aşikar başarısızlıktan ötürü, uygarlık olarak sona ermemiştir. yalnızca, maddi düzlemde avrupa'nın iki yüzyıl gerisine düşmüştür; ama ne yüzyıllar!

fethedilen ülkelerdeki yönetim mekanizmaları yerlilerin elinde kalmıştır. sanat, cami yapımında bile ilhamını helenistik dönemden almaktadır. merkezi avlular, sütunlar, kemerler, kubbeler bizans tarzını sürdürmektedir. hristiyanlığın çan kulesini hatırlatmakla birlikte, bir tek minare özgündür.

gaston wiet: işgal edilen ülkelerin halkları yaşama biçimlerini rahatsız edilmeden sürdürmüşlerdir; ama vergilerin büyük bölümünü sağladıklarından ötürü özen gösterilen, üst düzeyden bir hayvan sürüsü gibi muamele görmüşlerdir.

müslümanlar en çok yeniliği bilim alanında getirmişlerdir. trigonometri ve cebir alanındakileri saymak yeterlidir. trigonometri alanında, sinüs ve tanjantı icat etmişlerdir. bilindiği üzere yunanlılar açıyı çemberin kirişinden hareketle ölçebiliyorlardı; sinüs, bu kirişin yarısıdır. muhammed ibn musa, 820 yılında ikinci dereceden denklemlere kadar giden bir cebir kitabı yayımlamıştır. 16. yüzyılda latinceye çevrilen bu eser, batı'nın çıraklık kitabı olacaktır. müslüman cebirciler, daha sonra dördüncü kuvvetten denklemleri çözeceklerdir.

aynı şekilde, coğrafyacı-matematikçileri, astronomi gözlemcilerini ve bunların aletlerini -özellikle usturlap-, batlamyus'un açıkça ortada olan hatalarını düzelterek enlemler ve boylamlar konusundaki, mükemmel olmasa da, harika ölçümlerini kutlamak gerekir. öğrenci değil de hoca olsalar bile, bu insanlara, optik, kimya (alkolün damıtılması, iksir yapımı, sülfirik asit elde edilmesi), eczacılık (batı'nın kullanacağı ilaçların yarıdan fazlası islam aleminden gelmiştir: sinameki, ravent, demirhindi, kusturucu ceviz, kırmızböceği, kafur, şuruplar, yakılar, pomatlar, merhemler) alanlarında çok iyi notlar verelim; tıp konusundaki bilgileri de batı'nınkinden tartışmasız bir şekilde üstündür. mısırlı ibn el-nefis, keşfi kullanılmadan kalmış olmasına rağmen, küçük kan dolaşımını, akciğer dolaşımını michel servet'ten üç yüzyıl önce ortaya koymuştur.

felsefe alanında, zaman ve mekan içindeki yeri belirlenmesi gereken, uzun süreli bir düşünce akımı söz konusudur. bu akımı beş esaslı düşünüre indirgeyeceğiz: kindi, farabi, ibni sina, gazali, ibn rüşd. ibni sina ve ibn rüşd bunların en ünlüleridir ve en önemlileri hiç kuşkusuz ibn rüşd'dür. çünkü avrupa üzerinde büyük yansımaları olmuş ve averroisme denilen -ibn rüşdçülük- bir akım bu etkilerden kaynaklanmıştır.

farabi, kuşkusuz ruhun ölümsüzlüğüne inanmamaktadır. buna karşılık ibni sina, buna inanmakta; ama bedenlerin yeniden hayata döneceklerine inanmamaktadır; oysa kuran bunun böyle olacağını bildirmektedir. ruh, ölümden sonra kendi evrenine, bedensiz varlıklar evrenine geri döner. bu durumda, mantıken bireylere ceza veya ödül yoktur. ne cennet ne de cehennem vardır. tanrı, bedensiz varlıklar, ruhlar, ideal dünyadakiler, madde bunların karşısında bozulmaz ve ebedi niteliktedir. ebedidir; çünkü "ne hareketten önce hareketsizlik ne de hareketsizlikten önce hareket vardır. her hareketin nedeni, daha önceki bir harekettir." [via ernest renan]

kindi, henüz hiçbir fırtınanın çıkmadığı dinsel sularda seyretmektedir. ibni sina hiç tartışmasız idealisttir. ibn rüşd bir kıyamet günü filozofudur. imanın, geleneğin savunucusu olan gazali, ilk müslüman ilahiyatçıların inatçı skolastiklerini kendi hesabına geçirmiştir; aristotelesçi felsefeyi bilmezden gelmeyi, hatta yok etmeyi istemektedir; çünkü düşüncesi onu çok farklı bir yola, mistisizmin yoluna yöneltmektedir. bu dünyayı terk etmekte, "tanrı delileri" denilen ve akla dayalı olmaktan çok mistik olan bir imana mensup sufilerin, beyaz yünlüden abalarını giymektedir.

kurtubalı hoca ibn rüşd ise, aristoteles'in eserlerinin yayıncısı ve sadık yorumcusudur. onun yunanca eserlerini arapçaya eksiksiz ve sadıkane çevirmiş ve kendi yorum ve katkılarını eklemiştir. bu metin ve şerhler toledo'da arapçadan latinceye çevrilerek avrupa'ya yayılacak, burada 13. yüzyılın devasa devrimini harekete geçirecektir.

çoğu zaman sanıldığının aksine islam felsefesi gazali'nin sert ve umutsuz darbeleriyle hemen ölmemiştir. fakat bu felsefe ve islam bilimi 12. yüzyılda gene de ölecek ve meşaleyi batı devralacaktır.

islam alemi yalnızca fakir, narin bir tarıma, ekonominin ortasına adeta paraşütle indirilmiş felçli bir endüstriye sahiptir ve bunlar fazlasıyla hızlı çoğalan ve çok ağır aksak bir nüfusun toplam kitlesini ayağa kaldırmaktan acizdirler. ayrıca, her toplum gibi, islam toplumu da, az sayıda; ama sırf bu yüzden çok güçlü olan kendi ayrıcalıklarına sahiptir. inançlar veya gelenekler, yemen gibi gerçekten orta çağda kalmış, iran gibi feodal veya petrole rağmen veya onun yüzünden köhne kalmış suudi arabistan gibi toplumların sürmesinden çıkarı olan bu ayrıcalıklıların suçlarını örtmekten başka bir şeye yaramamaktadır.

bu güçlüklerin karşısında, ıslahatçıların çabaları su götürmez bir deneyi sunmaktadır: türkiye'de mustafa kemal'in katı ve dahiyane eseri, kasım'ın ırak'taki söylemi sert hareketi, nasır'ın mısır'daki inatçı uğraşı, tunus'ta burgiba'nın becerikli ve bilgece çabası. cinsleri ve vurguları ne olursa olsun, ıslahatçıların karşısına çıkan engeller hep aynıdır. bütün bu ıslahat hareketleri, islam uygarlığının sözde tabularının çoğunu geriletmişlerdir. bu konuda yanılgıya hiç yer bırakmayan test, her şeyden önce, zemin kazanmakta olan kadın özgürleşme hareketidir. çokeşliliğin yok olması, kocanın karısını tek yanlı boşamasına sınır getirilmesi, peçenin kalkması, kadınların üniversitelere ve kültüre girebilmeleri, çalışabilmeleri, oy verebilmeleri; bütün bu ayrıntıların muazzam sonuçları olmuştur.

bunlar, ıslahatçılığın baştan kaybedilmiş bir dava olmadığını; ama ona kararlı savunucular ve mücadelecilerin gerektiğini kanıtlamaktadır. mücadele çok yönlü olacaktır. tehlike, söylem içi ve dışı itibariyle dramatize edilen siyasal güncelliğin kolaylıkları ve gereklerinin cazibesi nedeniyle, ıslahatçılığın sapmasına izin vermek olacaktır.

islam alemi, biraz utançla üçüncü dünya adını verdiğimiz, yaşayan insanlarının şu cehenneminin veya şu tarafının içine, gerileye gerileye girmiştir; çünkü eskiden hiç kuşkusuz nisbeten daha iyi bir konumda olmuştur. az veya çok geç; ama net olan bu gerileme, 19. yüzyılda islam aleminin aşağılanmasına, acı çekmesine, sonra da yabancı egemenliğinin genelleşmesine neden olmuştur. bir tek türkiye ortak kaderin dışında kalacaktır. mustafa kemal paşa ve onun gösterdiği ani ve parlak tepki (1920-1938), bu bağımlı olmama durumundan kaynaklanmıştır. bu tepki, daha sonraki ulusal kurtuluş hareketlerinin örneği olacaktır.

islam alemi bugün hemen hemen kurtulmuş durumdadır. fakat bağımsızlığını kazanmak başka bir şey, dünyaya ayak uydurmak ve geleceğe huzur içinde bakabilmek daha başka bir şeydir.