20.04.2012

diktatör ile palyaço

zülfü livaneli

"bir ülkede içki serbest olursa, içki kültürü olan aklıbaşında insanlar yetişir. eğer içkiyi yasaklarsanız bol bol alkolik elde edersiniz." (george washington)

hiçbir başarı, küçük bir kız çocuğunun gülüşündeki mutluluğu yaratamaz. hiçbir ün, baharın ilk günlerinde omzunuzu ısıtan güneş kadar değerli değildir. bir insanı sevmenin derinliği, hiçbir iktidarla kıyaslanamaz. mutluluk, insanın kendi yaşamında; küçük görülen, horlanan insani ilişkilerinde ve doğayla uyumunda.

türkiye'de en tehlikeli şey "gerçek"tir. gerçek'ten korkulur. gerçek, bin bir ayrıntı, yalan dolan ve hurafeyle boğulur, örtülür ve saklanır. kuytu köşeler, gün ışığı vurmayan loş çürümüşlükler, gerçek aleyhinde kumpas kurmanın, gerçeği tam tersine çevirmenin gözde mekanlarıdır.

sizi bilmem; ama ben dünyada en çok cehaletten korkarım. çünkü cehalet kendi bildiğinin dışında bir bilgi ve düzey olduğunu fark etmeyen bir kör karanlıktır. zehirli tutkular ve fanatik öfkeler üretir. en kötü yanı da, cahilin, cahil olduğunu bilmemesidir.

türkiye'deki yaratıcılığın önündeki en büyük engel, altyapı ya da yaratı sorunlarından çok, sanat çevrelerimize egemen olan kıskançlık, dedikodu, kötüleme, karalama ortamıdır.

sosyalizm, insan soyunun daha güzel ve daha adil bir dünyada yaşamak için duyduğu özlemin ifadesidir. dünyayı daha iyiye, daha doğruya ve daha güzele götürme mücadelesidir.

insan yaşamının derinliğe kavuşması, para kazanıp harcamak ve güç sahibi olmak döngülerinin dışına çıkıldığı zaman gerçekleşiyor. ancak o zaman yaşamın anlamı üzerine düşünen, gözle gördüğümüz olayların aynen bir buzdağı gibi görünmeyen derin boyutları olduğunu kavrayan zengin kişilere dönüşüyoruz.

"büyük devletlerle ilişki, vahşi bir hayvanla aynı kafese girmeye benzer." (ismet paşa) vahşi ve güçlü yaratık o sırada sana ilişmiyor olabilir; ama bu, sonsuza kadar dokunmayacağı anlamına gelmez.

sahnede gerçekten ağırlıkları olmadığı halde vasatlıklarını, gürültü uyandıran politik açıklamalarla kapatmaya çalışan zavallılar kadar iç karartıcı bir şey olamaz.

insanoğlu büyük şoklar yaşadı. ilk düşünce şoku kopernik'ten geldi: dünya evrenin merkezi değildi. ikinci büyük şok darwin oldu: insanoğlunun orijini. üçüncü büyük şok ise freud tarafından yaratıldı: libido. bu üç büyük şok, insanoğlunun kafasında, yaşadığı dünya, kendi kaynağı ve cinselliği konusundaki inançlarını yıktı.

mustafa sabri livanelioğlu: bir anayasada ne kadar çok ayrıntı varsa, o ulus o kadar azgelişmiştir. anayasalar kuvvetin kaynağını belirlemek için hazırlanır.

bir ülkenin gelişmişlik derecesi, ordusunun toplumda aldığı yerle belirlenebilir. bütün gelişmiş ülkelerde ordu, entelektüel birikimin emri altındadır. bütün azgelişmiş ülkelerde ise ordu, entelektüel gücü baskı altına alır ve parçalar. bazı ülkelerde ise soylu entelektüel kavramı, "entel" diye ne idüğü belirsiz bir deyime dönüşür ve siyah yelek giyip sakal bırakan ve barlarda rakı içerken onun bunun dedikodusunu yapan kaba erkeklerle ihtiraslı ve acılaşmış kadınları anlatır.

françois mitterand: kültür, insanların boş vakitlerini değerlendirme yöntemi değildir. kalkınmasını tamamlamış, zenginleşmiş toplumlar kültürle ilgilenecek diye bir kural yoktur. kültür, bir toplumdaki ilişkilerin bütününü belirleyen bir temel taşıdır. politikacıları, sokaktaki insanı, fabrikada işçinin nasıl çalıştığını, ülkenin nasıl yönetildiğini saptayan bir temel taşı."

sigmund freud: cinsellik, insanoğlunun ilk tabusudur.

bizim gibi toplumlarda ünlü olmak iki ilkeye dayanıyor: ya halka tam benzemek ya da hiç benzememek. halk bazı ünlüleri kendisiyle özdeş kılıp onun başarısında kendi zaferini görürken, kendisine hiç benzemeyen cüretli bir kesimi de önce şaşkınlık, sonra hayranlıkla izliyor. yoksa muhtarın oğluyla kiraz ağacı altında konuşurken görüldü diye aile meclisi kararıyla kız idam edilen bir ülkede zeki müren ve bülent ersoy'un milyonlarca hayranı olması nasıl açıklanabilir?

"tanrı'nın bile reklama ihtiyacı var" denilmiş, "yoksa çan kuleleri olmazdı."

eski çağlarda, efes kentinde yaşayan erostratus adında bir adam vardı. erostratus, hayaller, bunalımlar içinde olan ve mutlaka adını duyurmak isteyen bir kişiydi. yapacağı bir olayla tarihe geçmek istiyordu. çarpık düşgücü ona yol gösterdi ve bir gün, efes'teki ünlü artemis tapınağı'nı yaktı. böylece erostratus, dünyanın yedi harikasından biri olan artemis tapınağı'nı yakan meczup olarak tarihe geçti.

hans eisler: yalnızca müzikten anlayan kişi, müziği de anlayamaz.

dışadönük orta doğu kültüründe her şeyin olduğu gibi, duygunun da taklidi yapılır. eskiden hassasiyet denilen duyarlılık, önemli bir kavramdır ve bizde zor bulunur. çünkü duyarlılık kimseye bir şey satmaya çalışmaz, kendini belli belirsiz ele verir. duygusallık ise insanları, feryat figan kendine acımaya çağırmaktır. duygusallıkta hiçbir gerçek duyguya yer yoktur. marifet duygulanıyormuş gibi yapmaktır. konser salonlarında duyguya, pavyonlarda ise duygusallığa rastlanır.

"bu memlekete komünizm lazımsa onu da biz yaparız." (nevzat tandoğan)

"arthur miller ve lee strasberg, marilyn'i çok aşağıladılar. sürekli onun kültürlü olmadığını, okuması gerektiğini, mesela lady macbeth rolünü oynayamayacağını söylediler. o yetenekli ve yalın kızdan, entelektüel bir trajedi artisti yaratmaya kalktılar ve kişiliğini parçaladılar. oysa marilyn zaten harika bir oyuncuydu." (elia kazan)

rembetiko müziği, hep açık kalacak bir yaranın usul usul kanamasıdır.