8.01.2012

kadından kentler

murathan mungan

hayatı aksiliklerin yönettiğine inanan insanlarda görülen, beklenmedik durumlara karşı sürekli önlem alarak yaşamanın çeşitli hallerini sergileyip duruyordu gündeliğin akışında; bu yüzden günü hep bir ajanda dakikliğiyle yaşıyordu. hayat hep bitirilmesi gereken işlerden sonra başlayacak bir şeydi onun için ve bir türlü istediği gibi başlamıyordu.

dünya, her şeyi, kendi zamanı, kendi duyguları, kendi durumlarıyla ölçüp biçen insanlarla doluydu ve o insanlara bir şeyler öğretmek gerçekten zordu.

geçmişte kalan şeyler geçmişte kalmalıydı ona göre. bu huyu yüzünden zamanla çevresi azalmış, arkadaşları tarafından vefasızlıkla suçlandığı olmuştu. insanlar aynı biçimde, aynı yönlere doğru değişmiyorlardı. çoğu kez mazi ortaklıkları şimdiki zaman arkadaşlıklarını diri tutmaya yetmiyor ama insanlar bu gerçeği kabullenmeyip her şey eskisi gibi sürsün istiyorlardı. sanki bir şeyler hiç değişmeden olduğu gibi sürerse, hayat daha gerçek, dünya daha inandırıcı bir yer olacaktı.

sessizlik, ona göre yalnızlık demekti. sürekli konuşur halde olmayı, iletişim kurmak sananlardandı besbelli.

gencecik insanların umutsuzluğunda ölümü yakınlaştıran bir şey olduğunu biliyor. fazla uzun sayılamayacak doktorluk yaşamında çok genç bedeni almıştı ipten, küvetten, bıçak ya da iğne altından; gençken ölüm de, aşk kadar mümkün. biliyor.

kaçamıyordunuz, hiçbir yere kaçamıyordunuz. ardınızdan geliyorlardı.

evli olduğu yıllarda ortalığı dağıtıyor gerekçesiyle çıkıştığı engin, "sen bir evde değil, bir dekorda yaşamak istiyorsun." diyordu esme'ye. "sürekli dekor bozuluyor diye ayakta yaşayamazsın!"

kıskançlığının boyutunu sevgisinin büyüklüğü sananlardan olduğu için, kıskançlığını sevgi sanmayı sürdürdü.

annesi, arada bir, "hayatla romanları ayırt edemeyeceğini bilseydim, zamanında 'oku kızım, oku kızım.' diye başının etini yemezdim." diye uyarırdı. hayatla karıştırılmayacaksa romanlar niye okunsundu ki?

insan kendini ancak bir yabancıyla anlardı.

geçmişini unutmaya çalışan biri için maziden gelen herkes, bir çeşit tehdit ya da tehlikedir; bunca yıl sıkı sıkıya kapalı tutulmuş kapılar onlarla zorlanır, bastırılmış anılar onlarla silkinmeye çalışır, belleğin kuytularına itilmiş nice ayrıntı, onların sorularının tazelediği çağrışımlarla yeniden gün ışığına çıkar.

her şeyi konuşmak iyidir sanıyorlar şimdilerde. halbuki insan münasebetlerinin çoğu kelimesiz halledilir.

bir yanı erken büyümüş çocuklar, hiç büyümeyen yanlarını görmekte zorlanırlar. bana da öyle oldu.

insanı en çok kendindeki muamma şaşırtır.

öğrenmişti: hayatta herkese gücünü veren başka bir şeydir. ona da gücünü, yaşadığı bir yıkım kazandırmıştı.

bir kere mecnun olan, hep öyle kalır, derler. insana kendi adını bile unutturan aşkla kalır, derler. aşkını unutamayana değil, aşktan adını unutana mecnun derler.

hemen herkes hayatının film sahnelerine benzediği zamanları daha değerli bulmaz mı?

bazı kadınlarda samimi olanla olmayan yıllar içindeki o kadar iç içe geçmiştir ki, sahici duygularını bile yapmacıklıkla ifade ederler; ayırt edemezsiniz.

kararlılık, her zaman haklılık demek değildir.

hayatında bir gün bile çalışmamış kadınların, hayat hakkında ileri geri konuşmalarında hep hazin bir yan olduğunu düşünmüştür meltem.

bedeli ödenmiş bir yalnızlığın hayatı nasıl zenginleştirdiğini, bazılarının kayıp sandıklarının bir tür kazanç olduğunu anlatmaya üşeniyor. bir başkasının hayatının ve seçimlerinin karşısına, kendi hayatının kazanımlarıyla çıkmak şöyle dursun, ima etmeye bile gerek duymuyor. hiçbir hayatın karşılaştırılmayacağını, yarıştırılmayacağını öğreneli çok oldu. her seçimin kendine göre mutlulukları, mutsuzlukları olduğunu biliyor. kendini sevmeyi öğrenmesi yıllar aldı; bunu artık hiçbir şeye teslim etmek istemiyor. kıstırılmış oldukları koşullar içinde büyün kadınları birbirine, benzerliğin düşmanlığı bağlıyor.

görünüşüyle yarattığı etkinin farkında değilmiş gibi yapmak, birçok kadının başlıca numarasıdır.

ne demişler: kadının uzunu sokakta, kısası yatakta!

gerçekler de yalanlar kadar kaypaktır. elinizden avucunuzdan kaçıverirler. gerçek dediğin hayat karartır.

insan geçiciliğin hakkını vermeli. aslolan kalıcılık değildir. herkes bilir bunu ama kimse kulak asmaz. şu hayatta bir üzüm bağında asma kütüğüne yaslanıp şöyle derin bir öğle uykusu uyuyayım yeter bana, varsın mezar taşımın yeri bilinmeyiversin.

bir insan kendinde keşfetmediği bir şeyi nasıl bilebilir?

terlik sesi duyulmayan ev, ister tek göz olsun ister kırk odalı, üşür. kimsesiz ev üşür.

üniforma iyi kötü her erkeğe yakışır.

karı koca olmak için, hayatta aynı tatları sevmek gerekir.

bir noktadan sonra insanlar barışamaz, ayrılamaz, dönemezler.

dünyadan, kendi içinin hızını beklerdi.

erkeklerin aslında kolay idare edilebilir çocuklar olduklarını, erkek yönetmeyi bilmeyen o azgın feministlerin boşuna uğraşıp didindiklerini düşünürdü.

hiçbir sır saklı kalmaz. kalmamalı da zaten. hayatı tesadüfler belirler.

"beni görmeye değil, zehrini sağmaya gelmiş." diyor. "ya gençliğinden bilmiyor, ya istanbulluluğundan. güneş, kuruttuğu meyvenin içini sağlamlaştırır. tadını zenginleştirir. ben de yılların güneşinde kurudum kızım. ben senin babanı tanıdım, seninkisi az gelir!"

yabana giden yaban gelir.

hayatta bir kere geç kaldın mı, hep geç kalırsın.

düşman olmak daha kolay. zahmetsiz.