28.09.2014

müslüman bir ülkede

leyla erbil

bana göre müslüman ülkelerde düşünceyi açıklama özgürlüğünün, din ortadan kalkmadan ya da müzelerde meraklıların incelemelerine sunulmadan gerçekleşmesi hemen hemen olanaksızdır.

allah'tan ve onun peygamber eliyle indirdiği buyruklardan -kuran- başka düşünme yollarına, akla, bilime, felsefeye kapalı ve düşman ve suçlayıcı, cezalandırıcı, infaz edici bir toplumun özgürlükten neyi murat ettiği sorgulanmalıdır önce.

bilindiği gibi islam, bu dünyanın ve öteki dünyanın işlerinin tek elde toplandığı, dolayısıyla o ele; çıkara "yaranmaya" dayalı bir ahlak yapısını dayatır.

allah'a yaranmaktan başlayarak, ideolojiye, iktidara, hacıya hocaya, tarikata efendiye, ağaya paşaya, başmüdüre başhekime, ödül jürisine eleştirmene vb. yaranma gibi örtülü bir dizge içinde özgürlük kavramının yer alabilmesine olanak var mıdır? bu durumun saygıyla da ilişkisi olmadığı açıktır; ünlü "şark kurnazlığı"nın ta kendisidir yaşanılanlar. elbette görece özgürlükler her vakit gündemdedir. biraz gözlemle, hepimizin çevresinde her an döndüğünü gördüğü tavizcilik, kolaycılık, korkaklık, ülke halklarının içini delik deşik eden, kendi kendisine yabancılaştıran bir kurttur sanki! dışta kalanların uğrayacağı riskler göze alındığında kimseyi suçlamak da mümkün olmaz. burada belirtmek gerekir: sadece cahil ve kandırılmış halk kitleleri değil, aydınlar da aynı ahlaktan pay almıştır. marx'ın sözünü ettiği, insanın bağrından çıktığı toplumun üretim biçiminin bir ürünü olduğu tezi, müslüman ülkelerde bu olguya birer minare eklemek koşuluyla katmerli bir biçimde yerine oturur!

bizde de bir ara sıkça tartışılan, ülkemiz sanatçısının, insanı neden dolayı doğru yansıtmaktan kaçındığı, örneğin roman ya da sinema sanatının batı'nın bir taklidi, bir hayali gibi kaldığı, yetkin örnekler oluşturamadığı -istisnalar dışında- sorusunun yanıtı, batı'nın sanayi devrimini bizden çok önce başlatıp tamamladığı gerçeği kadar, din kökenli bu yaranma duygusunun, sanatçımızın koyu, gözümüzün kara, boyumuzun kısa oluşu gibi adeta genetik bir biçimde içine doğduğumuzda ve içimizde taşıdığımızda aranabilir sanıyorum.

asıl yozlaşma islam cephesinden gelmektedir. bugün ülkede kin, nefret, intikam, öldürme duygularında erbaplığa ancak dindarlıkla erişilebileceği gibi bir tablo yaşanmaktadır. bunun en yakın örneği 37 canın, aydının diri diri yakıldığı sivas olayıdır.

gene bence vahşi kapitalizm bu kez kendine yeni bir kaynak bulmuş, yoksul ve masum dindarları da içine alan sömürülecek yeni bir sınıf "ihdas" etmiştir: sanayi devrimini de ihracatı gibi "hayali" olarak becermek, talan düzeninde düşünceyi özgürce açıklamak lüksü abesle iştigal yerine geçmektedir.

devletin, atatürk dönemi dışında her sıkıştığında -hep de sıkışır zaten- dincilerle işbirlikçilik yapmasının; ilerici kesimi sadece "komünist" diye değil, aynı zamanda "allahsız", "kitapsız", "müstehcen" ilan ederek cezalandırmasının kanıtı burada saklıdır. ayrıca bu durum sömürülerek, yüzlerce yıl halkla aydınların arasının açılması ve okumanın tu-kaka edilmesi de başarılmıştır.

politik iktidarın hışmına uğramış yazarlar, ilk akla gelen nazım hikmet, kemal tahir, kerim sadi, hasan izzettin dinamo, kerim korcan, ismail beşikçi, rıfat ılgaz, ahmed arif ve saymakla tükenmeyecek pek çok aydın, aslında sadece siyasal açıdan değil "allahsız" oldukları için de suçludurlar!

bu ülkede düşünceyi doğrulukla açıklamak, gerçekleri ortaya dökmek, "kendi için varlık olma" durumu, hayatını ortaya koymakla eşittir. biraz da bu gerçek doğrultusunda, sorumluluklar ve sorunlardan yılmış, usanmış, 12 mart ve 12 eylül sonrasının depolitize ettiği genç yazar tipleriyle karşılaşıyoruz. onlar eskilerden daha çok, yeni toplumun rahat ve eğlenceye düşkün, oldukça özentili, marka düşkünü yeni okur kitlesinin gereksinimlerini karşılayabiliyorlar. tabii depolitizasyonun ne okurun ne de genç yazarların suçu olmadığı doğrusuyla birlikte.

yazımı izninizle, ilk öykümden başlayarak (1956) romanlarımda hep savunageldiğim, yukarıda yansıtmaya çalıştığım bu görüşlerimi onaylayan gene kendi romanımdan, şizoid dindar bir babanın oğlu zeki'nin intihar etmeden önceki son sözleriyle bağlamak istiyorum:

"tanrı insanın riyasıdır. riya insanın tanrısıdır."