28.10.2014

serenatlar

ercüment behzat lav



sen benim nemsin
rüyalarım mısın
aşklarım mısın
azaplarım mı
yoksa sen
gecesefası mısın içimdeki

afyon mudur sesin
duman mıdır su mudur
meltem midir
yoksa
götüren midir bizi
alıp kendimizden

sen bir asmasın
küpe salkımlarınla asma bellim

elim değmesin
değmesin dilim sana asma bellim

küpe salkımlarında kütür kütür
buğulu üzüm başlar asma bellim

niye kendini sevdiğin zamanlar
daha olmadan başkasının
öper dudakların suda
dudaklarını

niye sana benziyor köpükler
güneşe sarılırken
niye şu bulut kaçırmıyor seni
kaçmıyor senden balıklar
niye çarpınca martılar sana kanat
niye ağzımda yüreğim
niye içerim göz göz
niye gözlerim pervane

katırtırnakları bakar engine
arasından otların
üfürünce bayırlarda rüzgar eteklerini
sular imrenir bacaklarına
mavi ürpermeler başlar derisinde denizin
sen katırtırnaklarına eğilirken

kalbim
top
bu topu
yıldızlara mı atsam
sana mı atsam
sana atsam
tutabilir misin

taksam yıldızları boynuna
basarak bulutlara yürüsek
başında aydan bir tarak

uçursalar bizi ankalar
rüya cennetlerine
bir yıldıza takılıp
aksak durmadan

korkutmuyor beni
seni sevmekle
ölüme susamak arasındaki ilişki
seni dondurup yakan seni
eşi bendekinin

resminden çıkarak
yanıma uzandığın geceler çoktur
odamın her köşesinden bakan gözlerinle
sabahladıklarımsa
yıldızlarca

bir ihtilal kadar güzel başlım
levantin kokulu sesler üflüyor
ilahlar soytarısı
frigyalı marsiyas
altın tozu serpilmiş siyahlıkta

düşünüyor bir yaprak
üstünde bir çitin
şimdi yalnızız
sakın ürperme

bana çok yakınsın
çok uzak belki
anılar çıngırak
ay parmaklarınla çalarak
saçlarından harpını
dünyamızdan çıksak

örtünüp çıplak beyazlığını
sütünü emsem güzelliğinin

dereceleri var mıdır hazzın
düşündüm bulamadım

yarın da benim olabilmen için
ıstırap çekiyorum şimdiden
beni hangi tabu sevdaya sürüklüyor
sana dokununca
öleceği

göğsümün içinde
bir ateş yuvarlaksın
dönüyor
beni yakıyorsun

ölümü düşündükçe
karanlığın ürküsünü içer gözlerin
ama ay
vurunca ay memelerine
yakar seni tutku dondurur

bir kitap bir mendil
şurada bir kemer
eşyada kokun
helyotrop

sen şu dakikada bir başkasının olabilirsin
gözlerin damla mıdır ki düşer
gözlerimden akşamla

bal ışınları gözlerinin
aktı gözlere
bir soluk mu dolaştı
ışık tellerinde saçlarının

pusuya düşürmesen
içimdeki hayvanı geceleri
o
homurdanmaz sabaha kadar
bana geceleri gel
ıtırlaştığı anda hazların

uçurabilsek
bütün yaşamı
tek yaratık gibi
içimizdeki antenlerden

bana sarılman
ay ışığında
gümüş yılanın kayışı
tenin
buzlu kabuğu üzümün

gözlerinle sarılır
gözlerinle geçersin kendinden
bir sazın kaburgasındaki titreyişsin
ne zaman başladığını bilmediğimiz
ne zaman biteceğini

ışık kadar çıplak ol
haz kadar uçucu
ama bir yıldızın
gümüş boynuzlarından
kollarıma düş