2.01.2011

ütopya denen arzu

fredric jameson

şiddet bir ideolojidir ve devlet iktidarının ve yasaların icazet verdiği fiziksel baskının yapısal ihmali etrafında inşa edilmiştir. şiddet her zaman sağ ve muhafazakar ya da karşıdevrimci baskı tarafından başlatılır; sol şiddet yalnızca buna bir yanıttır. siyasal şiddet kendi başını yer ve diyalektik olarak muarızlarının elini güçlendirir.

burrhus frederic skinner: hiçbir zaman, sanata yer kalmayacak denli tatmin edici bir dünya yaratamayacağız.

toplumsal bütünlük hiçbir zaman; hatta sayısal açıdan en sınırlı insan grupları söz konusu olduğunda bile temsil edilemez; ama kimi zaman haritası çıkarılabilir ve temel eğilimlerin ve uçuş hatlarının çok daha açık bir şekilde okunabileceği küçük ölçekli bir modelin oluşturulmasına olanak tanıyabilir. diğer zamanlarda, bu temsili süreç olanaksızdır; insanlar tarihle ve toplumsal bütünlükle, güçleri fark edilemeyen şaşırtıcı bir kaos olarak karşılaşırlar.

"bu tapınakların içi gün ortasında bile alacakaranlıktır. böyle olması mimari konusundaki bilgisizliklerinden değil, rahiplerin isteğinden ötürüdür. rahiplere göre fazla ışık düşünceleri dağıtır; oysa donuk, loş ışık düşünceleri toplar, dini duyguyu yoğunlaştırır." (ütopya/thomas more)

jean-jacques rousseau: hayata gözlerini yeni açmış olan bir halkın sıhhatli siyaset ilkelerinin zevkine varabilmesi ve devlete ilişkin temel akıl kurallarını uygulayabilmesi için, sonucun neden durumuna geçmesi, kurumun yaratacağı kolektif ruhun bu kurumu yönetmesi; insanların da yasaların etkisi altında varacakları duruma daha önceden varmış olmaları gerekir.

jean-françois lyotard: şunu açıkça belirtmek gerekir: ilkel ya da vahşi topluluk yoktur; hepimiz vahşiyiz ve tüm vahşiler kapitalleşmiş kapitalistlerdir.

insan aklı aynı anda ancak birkaç şeyle meşgul olabilir. şuracıkta ve şu anda, önümüzde olup biteni görebilir; ne ölçüde bütünleşmiş, ne ölçüde birbirini tamamlıyor olsa da, bu süreçler silsilesine zihnimizde eşzamanlı yer veremeyiz. dolayısıyla algılama yetilerimiz de pek basit fenomenler karşısında bile sınırlıdır. tek insanın yazgısı anlamla dolup taşabilir; birkaç yüz kişininki az da olsa yine anlamlı olabilir; ama binlerce, milyonlarca insanın tarihi hiçbir anlam taşımaz; bu noktada kelimeler kifayetsiz kalır. bakışıkça ise milyon; hatta milyar üzeri n'dir: kavranamaz. her biri on kronecker sığasında uçsuz bucaksız dehlizlerden geçer, araştırma ışıklarının parlaklığında renkten renge bürünen ve yükseklerde kanat çırpan kirişlerin uçuşunu, çapraz inen ve birbirini tam anlamıyla dengeleyen esnek kubbeleri izleyebilmek için, soluk alıp veren kemerlerin büklümlerine tutuna tutuna, kuşlar gibi boynumuzu uzata uzata, sürüyle karınca misali emekleriz. gördüğümüz bir tek anın yetkinliğidir o kadar. çünkü burada, her şey gelip geçer; sonunda sönüp gider. sürecin yalnızca bir bölümünü gözlemleyebiliriz, bir devler orkestrasında yalnızca bir tek telin titreşimini duyar gibi. yukarıda ve aşağıda, algılamanın da imgelemin de sınırları ötesinde, adeta matematiksel kontrpuanla yazılmış bir partisyon gibi iç içe geçmiş binlerce, milyonlarca eşanlı dönüşümün sürüp gittiğini bilirdik; ama bunu asla kavrayamazdık. geometrik bir senfoni gibi tasarlanmıştı her şey; ama onu işitecek kulak yoktu bizde. (solaris/stanislaw lem)

başını soktuğun yeri kırağı çaldıysa
gecenin bittiğine şükredersin

"özgürlük alemi gerçek anlamıyla ancak emeğin zorunluluk ve dışsal faydalarla belirlendiği alanın bittiği yerde başlar; dolayısıyla bu alem, doğası gereği, gerçek maddi üretim alanının ötesinde yer alır. nasıl vahşi insan, ihtiyaçlarını karşılamak, yaşamını sürdürmek ve soyunu devam ettirmek için doğayla boğuşmak zorundaysa, uygar insan da aynı zorunluluk içerisindedir ve bunu, bütün toplumsal biçimlerde, bütün muhtemel üretim tarzlarında yapmak zorundadır. insan geliştikçe ihtiyaçları da artacağı için, bu doğal zorunluluk alanı genişler. bu alanda özgürlük ancak toplumsallaşmış insanın, birleşik üreticilerin, doğayla ilişkilerini rasyonel bir biçimde düzenlemesine dayanır; doğanın kör güçlerinin tahakkümüne boyun eğmek yerine doğayı kolektif olarak denetim altına almasına ve bunu insan doğasına layık ve uygun koşullarda gerçekleştirmesine dayanır. ama bu her zaman bir zorunluluk alemi olarak kalır. gerçek özgürlük alemi, insanın güçlerinin başlı başına bir amaç haline gelmesi, bunun ötesinde başlar; yine de ancak bu zorunluluk alemi temelinde gelişebilir. işgününün kısaltılması bunun temel önkoşuludur." (kapital/karl marx)