4.11.2010

jacob'un odası

virginia woolf

unutkanlık, kim inkar edebilir, cömertlikle, anne şakacılığı, kocakarı masalları, aklına estiği gibi davranıvermeler, şaşırtıcı gözüpeklik anları, mizah ve duygusallıkla bir araya geldiğinde, bu bakımlardan kadınlar erkeklerden daha hoşturlar.

kimse kimseyi olduğu gibi göremez, hele bir tren kompartımanında garip bir delikanlının karşısında oturan orta yaşlı bir hanım, hiç. bir bütünü görürler -türlü türlü şeyler görürler- kendilerini görürler.

bir ağacın altına fener koyarsanız, ormandaki bütün börtü böcek ona doğru gelir -garip bir topluluktur onlar, orada kaynaşıp, dönenip, başlarını cama vursalar da belli bir amaçları yok gibidir,- anlamsız bir esine uyarak hareket ederler. insan onların fenerin çevresinde dolanıp içeriye girmek ister gibi kör kör camı tıklatışlarını seyretmekten yorulur, içlerinde en esrimişleri iri bir tosbağadır, omuz atıp ötekilerin arasından yol açar kendine. ah, ama o da ne? art arda korkunç silah sesleri yankılanır ormanda -sertçe şaklarlar; halka halka genişler ses- sonra sessizlik yayılır örter üzerini. bir ağaç- bir ağaç devrildi, ormanda bir çeşit ölüm. ardından, ağaçlarda rüzgar hüzünlü hüzünlü uğuldar.

evet, bacalar ve sahil koruma karakolları ve dalgaları hiç kimse tarafından görülmeksizin çatlayan beyaz kumsallı körfezler insana her şeyi kuşatan bir kederi hatırlatır. ve ne olabilir ki bu keder? o, toprağın kendisinden ürer. sahildeki evlerden gelir. saydam başlar, sonra bulut yoğunlaşır. penceremizin camının arkasındaki tüm bir tarihtir. kaçmak boşunadır.

yorgunluk en iyi uyku iksiridir.

kadınlar da erkekler de eşit ölçüde kabahatliler. insan kardeşlerimiz hakkında derin, yansız ve adil bir kanıya hiçbir zaman varılamıyor. ya erkeğiz ya kadın. ya soğuğuz ya da duygusal. ya genciz ya da yaşlanmakta. her durumda hayat art arda gölgelerden başka bir şey değil, onlara neden bunca sıkı sıkıya sarıldığımızı ve gölge olduklarına göre, elimizden kaçtıklarında da neden öyle derin bir acı duyduğumuzu tanrı bilir. ayrıca, bu böyleyse ve hatta daha da ötesiyse, neden pencerenin köşesinde koltukta oturan delikanlının dünyanın en sahici, en güvenilir, en iyi tanıdığımız delikanlısı olduğu düşüncesine kapılırız birdenbire- neden, gerçekten? çünkü bir an sonra onun hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. böyledir görme biçimimiz. böyle severiz.

gece, bir yıldız gibi içine batılan ya da üzerinde pupa yelken yol alınan çalkantılı, kara bir okyanus değildir.

mesele çözümsüzdür. beden bir beyne koşulmuştur. güzellik aptallıkla atbaşı gider. felaketler, cinayetler, ölümler, salgınlar değildir bizi yaşlandıran ve öldüren; insanların nasıl baktıkları ve güldükleri, otobüslerin basamaklarını nasıl hızla tırmandıklarıdır.

neden insanlara bilmeleri gereken hiçbir şey öğretilmez?

hayat onlar olmadan çivisinden çıkar. "çaya gelin, yemeğe gelin, hikayenin aslı nedir? haberleri duydun mu? başkentte hayat şenlikliymiş; rus baletler.." onlar bizim cıvatalarımız, dayanaklarımızdır. günlerimizi birbirine bağlar ve hayatı kusursuz bir yuvarlak haline getirirler.

büyük adamlar gerçeğe aşıktır.

hayatın garip yanı, niteliği yüzlerce yüzlerce yıldır herkesçe malum olmasına rağmen, kimsenin onu yeterince anlatamamış olması. londra sokaklarının haritası var; ama tutkularımızın haritası yok. şu köşeyi dönünce ne çıkacak acaba karşımıza?

okumuş insan, insanların en saygıdeğeridir.

kadın güzelliği; o, denizin üzerinde oynaşan ışık gibidir, hiçbir zaman tek bir dalgaya sadık değildir. bütün kadınların sahip olduğu, bütün kadınların yitirdiği bir şeydir. kimi yavan ve pastırma dilimi gibi kalın kalındır. kimi duvara asılmış bir ayna gibi saydam. sıkıcı olanlar hazırlanmış yüzlerdir.

bir kasırgada dalların çırpınmasından daha şiddet dolu ne olabilir, ağaç dallarının en üstteki noktasına kadar uzanır, rüzgarın estiği yöne göre gerilir, sarsılır, gene de darmadağın olmaz. başak kıvrılır durur, kendi kendini köklerinden çekip sökecekmişçesine döver; ama gene de sıkı sıkıya bağlı kalır toprağa.

erdemleri bir ya da iki sayfada özetleniveren kitapları severim. üzerlerinden ordular geçse kılı kıpırdamayan cümleleri severim.

hepimizin içinde adının konmasını istemeyen mutlak bir yan var. toplumda alaya alınan, çarpıtılan bu işte. insanlar bir odada bir araya geliyorlar. "sizinle tanıştığıma çok memnun oldum." diyor birisi, oysa yalan. sonra da şöyle diyorlar: "ilkbaharı sonbahardan daha çok sever oldum artık. insan yaşlandıkça ilkbaharı seviyor galiba." çünkü kadınlar hep, hep, hep duygulardan söz ederler ve "insan yaşlandıkça" lafını kullanıyorlarsa sizden tamamıyla konuyla alakasız bir cevap vermenizi istiyorlardır.

insanları özetlemeye çalışmanın yararı yok. insan ipuçlarını izlemeli, söylenenleri değil tam olarak, sadece yapılanları da değil. bazıları, evet, anında silinmez karakter izlenimleri edinirler insanlardan. diğerleri ise oyalanır, dolanıp dururlar, bir o yana bir bu yana savrulurlar. sevimli yaşlı hanımlar bize kedilerin çoğu kere insan karakterini en iyi anlayan yaratıklar olduğunu söylerler. kedi her zaman iyi insana gider, derler.