2.11.2010

açlık

knut hamsun

gemi leşlerinin yüzdüğü bulanık insanlık denizinde bembeyaz bir fenerdim ben. bir öğün karnımı doyuracağım diye, başkasının malını rehine vermek, bu para ile tıkınmak, kendimi rezil etmek, kendi yüzüme karşı bir dolandırıcı olduğumu söylemek, kendi gözlerimi kendimden kaçırmak zorunda kalmak.. asla! asla! ben buna ciddi olarak karar vermemiştim, bu benim aklımdan bile geçmemişti, kırık kopuk geçip giden düşünce kırıntılarından sorumlu olamazdı insan; hele başı müthiş ağrıyorsa, hele başkasının battaniyesini taşımaktan ölmüş, bitmişse!

talih çok kere dolambaçlı yollardan gelirdi.

bir insanın, en candan, en hararetli bütün girişimlerinin yüzde yüz boşa gitmesinde bir hikmet var mıydı, neydi?

ben hayvanları kafeste görmekten hiç hoşlanmam. kendilerine bakıldığını bilir bu hayvanlar; yüzlerce meraklı gözü hisseder bu hayvanlar; dokunur bu onlara. ben gözetlendiklerini bilmeyen hayvanlar isterim. kendi inlerinde gezinen, uykulu yeşil gözlerle uzanıp pençelerini yalayan, düşünen, ürkek hayvanlar.

öyleleri vardır ki, ufak tefek şeyler onları yaşatır da sert bir söz onları öldürür. ben öyleyim işte. sorun şu: yoksulluğun bendeki bazı özellikleri o derece keskinleşmiştir ki, bunlar benim başıma adeta dert açar, evet, ne çare, böyle bu! ama faydaları da vardır bunun, bazı hallerde bunların bana yardımları dokunur. yoksul aydın, zengin aydından çok daha kuvvetli görür. yoksul, her sözcüğü kuşkuyla dinler; attığı her adım, onun düşünce ve duygularına böylece bir görev, bir iş yüklemiş olur. onun kulağı deliktir, duygusu ince; o tecrübelidir, ruhu yanık yaralarıyla doludur.