18.10.2010

benjamin: dar geçitteki aydın

jay parini

ben aheste yıldız satürn'ün etkisi altında doğdum; gecikmelerin, tali yolların yıldızının.

dar günlerimizde elimizde özümüzden başka bir şey kalmaz. ruhlarımızın hatları, büzülen derinin altından beliren kemikler gibi ortaya çıkar.

ben sizi bolluk içinde bir ülkeye getirdim, onun meyvelerini yiyesiniz ve nimetlerinden faydalanasınız diye; ama siz oraya girdiğinizde, benim topraklarımı kirlettiniz ve benim mirasımı kötülük doğurur hale getirdiniz.

miyoplara özgü bir şekilde ayaklarını yandan sürüyerek yürüyordu, çevresini neredeyse hiç görmüyordu.

cadde boyunca bütün ihtişamıyla geçit yapan süvari alayını hatırlıyorum. makineli tüfek ve gaz savaşları çağında oldukça saçma kaçan bir gösteriş; ama alman duygusallığının tipik bir örneği.

insan bu toy dönemlerinin tepkilerinden pişman olur sonraki yıllarda hep.

bütün insanlar ölüm kokar. asıl istedikleri yaşamakta oldukları iğrenç güne kadar ulaşan bütün izleri yok etmektir.

bazı hayatlar, sürmeleri gerekenden çok daha kısa sürüyor.

kendi mirasından korkan bir adamla karşı karşıya olduğunu anlamak..

walter, her zaman her konuda çok beklerdi. fazla uzun beklerdi.

çekimlerin içinde yok olup gidiyorum.

onda bir anlam bulabilirsin ama gelip geçici bir şey bu.

beni yanlış tanıyorsun dora. sana duygularımı açıkça ifade edemediğim ve belli edemediğim için benim duygusuz olduğum sonucuna vardın. tabii, benim suçumdu; hiçbir zaman tam olarak ne söylemem gerektiğini bilemedim. (asja lacis)

birlikte sakin bir yaşam sürememeniz beni şaşırtmamıştır hiç. o, büyük olduğu kadar zor bir insan.

bu vurdumduymaz gezegen üzerinde geçirdiği elli yıla yakın sürede olayların gidişi onun için asla kolay olmamıştı.

reddetmek benjamin'e reddedilmekten daha zor gelirdi.

herakleitos: her şey değişiyorsa insanın umudunu bir ana bağlaması anlamsızdı. iyi ya da kötü zamanlar yoktu, sadece değişen zamanlar vardı.

değişimi kabullenmekte gösterdiği isteksizlikten ötürü kınadı kendini; ve hayatta ona tanıdık ve rahatlatıcı gelen her şeye her an bağlandığı için.

hazirandı oysa, değişimin imasına bile yer vermeyen tembel saatlerin ve serseri rüzgarların ayı.

eski bir rejimin durağanlığını, beklenene uyan durumların ve güven verici düzenlerin var olduğu bir dünyayı da özlüyordu.

ekonominin insan hayatlarını yönetmemesi ve tüketmemesi gerektiğine yürekten inanıyordu.

kafka: evet umut var, çok umut var; ama bizim için değil.

bir namlunun içindeyiz, iki ucundan da ışık görünmeyen şimdiki zamanda yaşıyoruz.

söylenti her şeydir ve teselli bulmak, rahatlamak için ona sarılırsın.

oyunun son hamlelerinin rakibine kalması..

labirentin dibinde tilki uykusuna yatmış olan canavar öldürülmelidir. bizim besine, barınağa, giysiye ve kişisel nesnelere -bizi başkalarına ve ne yazık ki kendimize şirin gösteren şeylere- duyduğumuz normal arzunun saptırılmış bir uzantısı olan tüketimciliğin beslediği canavar.

bize tarihi romantik bir bakışla görmemiz öğretildi.

insan geçmişe empati duyarak ilerleyemez.

anonimlik en kötü düşmandı, herkesi kağıt üzerindeki bir sayıya dönüştürüyordu. sanatçının görevi de işte bu boşluğu nesnelere isim vererek yenmekti.

faşizmin doğal sonucu siyasal yaşama estetiğin sokulmasıdır.

insanların birbirlerini ahlak adına öldürdükleri bir dünyada yaşamak istemedikleri için canlarına kıymışlardı.

deha sahibi adamlar koca kıtalar gibidirler. etrafları okyanuslarla çevriliymiş gibi mesafeli. birbirlerine söyleyecek pek az şeyleri vardır ve onları bir araya getirmek çoğu zaman bir hatadır.

sanki içgüdüsel olarak bu kadar ahlaklı olduğu için bunu çiğ bir kabalıkla dengelemek zorunda kalıyordu.

iki insan arasında öğretmen-öğrenci ilişikisinden daha kutsal bir ilişki olamaz. zaten tevrat'ın anlamı da öğreti'dir.

yeterli entelektüel yoğunlaşmayla dünyadaki her şeyin çözülebilecek ve yorumlanabilecek metinler olduğunu göstermek..

ne söylememek gerektiğini bilmek önemlidir arkadaşlıkta ve bazen sadece yürekli insanlar sessiz kalmaya razı olur.

kitap edinmenin türlü yollarından en makbulü kişinin kendisinin bir kitap yazmasıdır.

plan: komik bir kavram. herkes birilerinin işleri bildiğine, bir programa göre hareket ettiğine inanmak ister. dinlerin özellikle de kendi kaderine yön verme yetisinden yoksun kitlelerde bu kadar rağbet görmesinin sebebi bu olsa gerek.

imkansız görünen işlerin bu denli kolay olması, basit görünen işlerin de bir o kadar zor olması ne tuhaftır.

kendi gölgelerimiz bile bizi izlemiyordu.

toplumsal davranışlar iyi eğitilmiş insanlarda içerikleri anlamdan yoksun bırakıldıktan sonra bile devam ediyor.

hans'a ne yapacağının söylenmeyeceğini unutmuştum. bu ona göre değildi.

benjamin bir düşünür olmanın, bir insan olmanın getirdiği sınırlılıklarla boğuşurken o günlerde başına sıkça geldiği üzere kendini ağlarken buldu.

o daimi misafir, ebedi göçebe idi.

dar günlerimizde elimizde özümüzden başka bir şey kalmaz. ruhlarımızın hatları, büzülen derinin altından beliren kemikler gibi ortaya çıkar.

eyfel: bir kaprisin ürünü olan yapaylık abidesi.

anlamsız gibi görünen şeylerin anlamı sonradan ortaya çıkar.

aile dünyanın üremesini sağlayan şeydi.

brecht, kendisine para, seks ve ün getirmeyen herkese korkunç davranırdı. insana rahatsızlık veren bir adamdı. küçük bir çocuk gibiydi: tek istediği pohpohlanmak, övülmekti. kendisini derin toplum bilincine sahip bir komünist gibi göstererek stalin'in desteğini kazanmış, bu sayede dünyada düzenlenen tüm edebiyat konferanslarına katılmıştı. benjamin brecht'in bir sahtekar olduğunu ama birçok yönden dahi bir sahtekar olduğunu, bu sahtekarlığın onun dehasının bir yönü olduğunu düşünüyordu.

sürekli eski yaraları deşiyordu. hiçbir olayı kapatmayı beceremezdi.

adamın tembelliği kendisini hayatın macera ve sırlarla dolu karmaşasından kurtarmış, yıllarca şerefiyle yaşamasını sağlamıştı.

şimdi konuşacak kimsesi yoktu. bu yüzden mektuplara bağımlıydı. yanıt almaktan çok yazmayı seviyordu. kendi derinliklerinden çekip ortaya çıkardığı, sonra da gözünde iyice canlandırdığı bir okuyucunun beklentilerine göre şekillendirdiği mektuplarında aslında kendisini buluyordu.

insan asla umudunu yitirmemeliydi.

insan sigara içebildiği sürece her şey bitmiş sayılmazdı.

kararsız ve dolaylı yaklaşımında insanın sinirlerini bozan bir şeyler vardı.

gözleri benimkiler kadar soğuktu. birlikte evreni dondurabilirdik.

klostrofobik bir yapım var ne yazık ki, küçük mekanlardan nefret ederim. bu da bir mağaranın, ne kadar muhteşem olursa olsun, benim en korkunç kabusum olduğu anlamına gelir. hayatım boyunca rüyalarımda mağara görmüşümdür: uzayıp giden ve hiç son bulmayan mağaralar, ışığa ulaşmayan labirentvari mağaralar.

beni istila etmesine izin verdim.

bu çoğu erkekte böyledir: elde edemediklerini delice bir tutkuyla isterler. eğer onlara istediklerini verirsen hor görmeye başlarlar. eğer reddedersen yalvarmaktan seni delirtirler.

aşk söz konusu olduğunda muhteşem felsefi beyinlere sahip son derece akıllı insanlar bile birbiriyle moronlar gibi konuşurlar.

asla insanlaşamayan erotik ideal..

önemli yazılar, derdi brecht, her zaman acıya tepki vermenin bir ürünüdür.

marjinalite yalnızca burjuva duyarlılığına hitap edecek bir şeydir. burjuvazinin kendi beceriksizliğine kılıf bulmasına yarar. saklanıp kendini güvende ve tatmin olmuş hissetmek için güzel bir yerdir.

walter hayatında aniden bir elektrik fırtınası gibi beliriveriyor, patlıyor, etrafa ışıklar saçıp havayı titretiyor, sonra da arkasında yankısını ve günlerce süren yağmuru bırakarak ufukta kayboluveriyordu.

sokaklarda beni görür diye gezinip durmuş.

bu haldeki bir adamla uğraşmak bir ıstıraptı.

iyi bir yazar her zaman güzel, derin ve hatırda kalacak satırlar yazmaz.

bir erkek seni, senin onu sevdiğinden daha fazla sevdiği zaman öyle saçma ve kalp kırıcı bir durum yaşanıyor ki..

herhalde ağlıyordu. ne kadar can sıkıcı bir durum diye düşündüm. ne kadar can sıkıcı.

deja vu etkisi: bir sözcük, bir ses ya da bir hışırtı bizi geçmiş zamanın serin mezarına götürmeyi başaracak inanılmaz bir sihirli güce sahiptir. bu mezarın çukurundan şimdiki zaman bize bir yankı olarak dönmektedir.

yetişkinler çoğunlukla çocukların ne söylediğine dikkat etmezler.

insan gerçeklerle yüzleşmezse daha tedirgin oluyor.

entelektüellerin kendilerine göre gerekçeleri vardır.

belli bir noktada sadece o anın önemi kalır ve o an zaman içinde başka anlarla birleşmez.

kravatı bulunduğu durum ve ortama hiç uymuyordu, işlevi kalmamış bir giysi parçası, bir daha dönmeyecek bir medeniyetten kalan bir fosil.

benjamin tek bir şeyi bilenlerin hayatta daha mutlu olduklarını düşünüyordu.

yahudiler her yerdedir.

heidegger'e göre hitler, köksüz ve önemsiz düşüncelere karşı, katı açıklığın kazandığı bir zaferi temsil ediyordu.

mutlak entelektüel iktidar arzusunun bir yansıması..

ve budalalar, anlamadıklarını ve anlayamayacaklarını yok ederler. (goethe)

sürgünde öğrendiği şeylerden biri de sahip olmadığın şeyi düşünmemek ve kafanı takmamak gerektiğiydi.

neden ulaşabildiği şeyleri sevmesi bu kadar zordu?

bazı şeylerin özrü yoktu.

goethe aşkın dünyevi vücutlarda asla tam olarak tüketilmediğini anlamıştı. aşkın ölüme tercümesi gerekiyordu. ölüm de aşk gibi bizi çırılçıplak soyma gücüne sahiptir.

alıntıların, şiir parçalarının, aforizmaların ezeli koleksiyoncusu..

geleceğin büyük kitabı başka kitaplardan yapılan alıntılardan oluşacak. yaratılmış anlamların mozaik halinde yeniden derlenmesiyle ortaya konacak. geleceğin büyük eleştirmeni sessiz kalacak, sadece işaret edecek ama kendisi konuşamayacak ya da konuşmak istemeyecek.

aşkta bir vücudu diğeriyle takas edemezsin.

yeniden üretilebilme özelliklerinden ötürü sanat eserleri de tükenmeye mahkumdular.

zor anlarda şaka yapabilmek güzel bir meziyettir.

ben hiçbir şey değilim.

eğer bir insan kişilik sahibiyse, der nietzsche, aynı deneyimi tekrar tekrar yaşayacaktır.

bir babayla oğul arasında, her ikisi de durumlarının ontolojik imkansızlığını anladıklarından kaçınılmaz mesafeler vardı. bir baba kendisinin kopyasına, halefine ya da celladına nasıl hitap edebilirdi ki?

dağları aşıp geçen bir patikanın gücü, üzerinde yürüdüğünüz zaman farklı, uçakla üzerinden uçtuğunuzda farklı hissedilir. aynı şekilde bir metnin gücü de elle yazılmış bir nüshası okunduğunda bambaşka hissedilir. uçağın yolcusu, yolun manzara boyunca nasıl sürüp gittiğine dikkat eder yalnızca. yol arazinin şartlarına göre şekil almıştır. bu yolun kudretini binbir zahmete katlanarak yürüyen kişi anlayabilir ancak.

doğal dünyada anarşi yoktur.

kötü şans bulaşıcıdır.

insan misafirlerinin mükemmel olmasını bekleyemez. otel işletmek mükemmeliyetçi bir insan için hiç de uygun bir meslek değil.

asla beklenti içinde olmamalısın demişti, beklentiler insanı sadece mutsuzluğa götürür.

ölüm iyi niyetliydi, bir nevi bedensel unutkanlık. ölüm son değil başlangıçtı. vücut sadece günlük ve acıklı varlığını unutuyor ve ruh uçup gidiyor, başka bir yerde vücut buluyordu. hayali olmayan, maddi bir krallıktı burası; bayağılık yoktu, yas tutmak yoktu burada ve iyilikle kötülüğün ötesinde bir yerdi.

eski ve iyi günlerinizin değil, yeni ve kötü günlerinizin üstüne kurun dünyanızı.

ah marx, bunlar artık geride kaldı. kimse onu okumuyor, özellikle de marksistler.

kitapları moda oldukları sıra okumamayı tercih ederim, nedense bu bana hep alçaltıcı gelmiştir. yazarının ya da şöhretinin ölmesini beklerim.

stalin'in işlediği suçları asla affedemezdi. milyonlarca insan öldürülmüş, hapsedilmiş ve işkence görmüştü. moskova'da yürütülen göstermelik mahkemeler ve aydınların yok edilmesi.

goethe, sanat düzenlenmiş hafızadan ibarettir, demişti.

bir yanıyla her hayati ihtiyacın odağında bütün tahripkarlığıyla para durur, diğer yanıyla her ilişkinin önünde çakılıp kaldığı engel yine paradır; bu yüzden de günbegün, hem doğal alanda hem ahlaki alanda güven, huzur ve sağlık hızla yok oluyor.

ben hayata gerçek anlamda katılmıyorum, hayatın daimi gözlemcilerinden biriyim sadece.

kendimi fransız kabul ediyorum. artık ülkemi tanımıyorum. ben almanya'yı vatanım olarak görmeyi reddediyorum.

gözlerinin hızlı hareketleri, adamın akıllı ve özgüven sahibi olduğunun göstergesiydi.

ama sorun sadece kalbi değildi, dünyanın kendisiydi.

hikaye her zaman yalandır; çünkü çok şey anlatılmadan kalır.

rasyonel bir insan olduğum için bir şeyi neden yaptığımı anlamak isterim.

bazı insanlar kendilerine bakmaktan acizdir; kendi kalplerine hiç acımazlar.

her sanat dalı sessizliğe erişmeye çalışır.

kasvet, onun çehresinin bir parçasıydı.

kıyafeti konusunda züppeliğe varacak kadar titizlik gösterdiği ve daha birçok konuda evhamlı davrandığı halde..

benjamin açık konuşurdu ve intihardan oldukça sık söz ederdi.

intihar da mastürbasyon gibi mahrem bir konudur bence.

don kişotvari romantik bir insandı benjamin.

yazısı öyle küçük ve eciş bücüştü ki..

anlamlandırma sürecinin yollarından geçerken kaç kez çalıların içine düştüm, bu çalılıktan her yanım çizikler, yara bereler içinde çıktım.

brecht: yazmanın amacı insanların canını, problemlerini çözdürecek ya da çözmeyi isteyecek kadar çok sıkmaktır.

hitler ve yandaşları bir ideolojiyi ilerletebilmek için düşman yaratmak gerektiğini gayet iyi biliyorlardı. bizler bir kere daha bu iş için seçilmiş insanlar oluyorduk.

ellerinin eklem yerlerinde şişkinlik göze çarpıyordu; kalp rahatsızlığının bir göstergesi.

hayatı daha iyi hale getirmek için başlanan bu ulvi girişim dejenere oldu.

kapitalizm işe yaramayacak. kısa vadeli kazanç üzerinde çok fazla duruluyor. bu kötü bir ekonomi ve halk için de zararlı. dünya parıltılı bir çöp yığını haline gelecek ve sonra havaya uçacak.

insan aklı, tevazunun, merhametin ve güç karşısında derin bir kuşkunun denetiminde olmadığı sürece ancak yok edicidir.

gözlerini benimkilerden kaçırıyordu; bu bir yalancının tipik bir özelliğidir.

o da yalan söylüyordu. kimse bir martıyı hatırlamazdı.

babel miti: kendimizi insan sayan bizlerin arasında kalın anlaşmazlık duvarları örülü ve birbirimize kaba işaretler ve soyut hareketlerden, anlaşılmayı imkansız kılacak kadar özel ve kendine özgü dillerden başka şeylerle hitap edemiyoruz.

bir gün, dillerin kargaşası sona erecek. o zaman hikaye anlatısı da sona erecek, tek ve bütün yazının içinde eriyip yok olmuş olacak.

o sözlerde gerçek vardı ve gerçek, öldürülemeyen tek şeydir. çoğu zaman şeklini değiştirerek kimsenin bakmayı akıl edemeyeceği yerlerde saklamak zorunda olsak bile.

her insan kendisi için bir giz olmalıdır.

kadınlarla, gerçeklik batağında mücadele edersen, başka bir deyişle laf yarışına girersen, her zaman kaybedersin.