25.08.2018

stefan zweig

hartmut müller

insanların dikkatini çekmeyen, gösterişsiz ve özgür bir yaşam tarzını benimsemiş, kararlı bir şekilde tüm ödülleri ve saygı gösterilerini reddetmişti.

mesafeli kişiliğini babasından almış gibiydi, özel notlarında aile üyelerine ilişkin notlara çok seyrek rastlanır.

dönemin anlayışına göre, okulun tek önemli görevi, 'bizi geri bırakmak değilse de, ileriye götürmek de değildir.'

onun doğası, uyumsuzlukları dengeleyen, beraberlik ruhu taşıyan, başka dünya görüşlerinin ve fikirlerinin de olduğunu kabul eden bir öze sahiptir.

politikaya girmeyi hep reddetmiştir.  bir kez bile oy kullanmamıştır. sanatçı politikayla uğraşmamalıdır.

özeleştiri: kendi şiiri olgunlaşmamıştır, duygu yüklüdür, sadece biçim üzerinde ukalaca oynanmış oyun oynama zevkinin ürünü olan el sanatından başka bir şey değildir. bol miktarda sıfat kullanılıp benzetmelere yer verilmiştir.

o zirveyi oluşturan coşku bende yok. sarhoşluk duygusu veren heyecan. her zaman aklım duygularıma biraz baskın çıkıyor.

tanrıya inancın yerini özgür, akıllı, yaratıcı insana inanç alır.

verhaeren'in yaşamındaki en büyük amaç bireysel özgürlüktür. hayatından hoşnut olduğu için bağımsızdır. çalışmayı günlük bir gereklilik olarak görmektedir. kendini beğendiği için ya da hırslı olduğu için değil, aksine yaratıcılık gerektiren işinde entelektüel ve ruhsal yeteneklerinin gelişmesini sağlamak için çalışmaktadır.

özgüven duygusunun oldukça zayıf olduğunu düşünen zweig, kendisine ve yaptığı işlere karşı hayli eleştireldir. sistematik düşünce yönteminden yoksun olduğu görüşündedir. oysa doktora çalışması bu iddiayı çürütmektedir. doğru kurgulanmıştır ve mantık yönünden inandırıcıdır.

anlaşılması zor psikolojik olaylar benim üzerimde açıkça huzursuzluk yaratan bir etkiye sahip, nedenleri hissetmek.. benim ilgimi çekiyor, garip insanlar sadece varlıklarıyla bile, bende onları tanıma isteği uyandırabiliyor.

yakın olma ile mesafeli kalma arasındaki önemli ilişki içinde o, anlatı figürlerinin gizemli davranışlarının ipucunu bulmaya ve onların hareketlerinin ve acılarının köklerine inmeye çalışır. neden öyle olmak zorunda olduklarını, nasıl olduklarını okuyucuya anlatabilmek ister.

yerleşik bir yurttaş değildir, iç dünyasında gerilimli ve huzursuzdur.

zweig, mekan değiştirme güdüsüne sadece kendi iç dengelerini kurmak için değil deneyimlerini artırmak ve ruhen gençleşmek için de gereksinim duyar. "gezide olduğum zaman bütün bağlar birdenbire kopuyor, kendimi sıkıntılarımdan arınmış, bağımsız ve özgür hissediyorum. bütün geçmiş yıllar geri geliyor, hiçbir şey önemini kaybetmiş geçmiş değil, her şey tüm çekiciliğiyle en başta."

zweig kendisini hala bağlanmak istemeyen ve bağlanamayan bir çırak, bir öğrenci olarak görmektedir. bu yüzden geçici olanı sever. ona bağımsız bir yaşam olanağı sunan yeni evi de onun için bir dinlenme yerinden, büyük yolculukları arasında bir kaçış noktasından başka bir şey değildir.

adaletten söz eden kişinin adil olamayacağını öğrenir.

bir kadına söyleyeceklerini, sözcükleri gereksiz kılan bir bakışla anlatmaya alışmış biri. duygudan eser yok.

zweig, kız arkadaşına zaman zaman "büyük tavşanım" diye seslenir. çok anlamlı bir hitaptır bu; çünkü frederike zamanla, stefan'ın tam anlamıyla homme a femmes olduğunu ve çıktığı birçok gezinin hemen hepsinde sayısız "küçük tavşan"la birlikte olduğunu anlar.

gönüllü asker olarak savaşa gitme planlarını kafasından geçiren prag'daki hassas franz kafka bile, kendisine çoktan önlem olsun diye ağır asker çizmeleri almış, savaşa gitme şansına nail olan harekete hazır askerleri kıskançlıkla izlemiştir.

yenilgi, yenilgiye uğramış olanları ruhsal yönden zenginleştirir.

yahudilerin tekrar bir ulus olmasını ve böylece gerçekliğin rekabetine maruz kalmalarını istemiyor olmak..

zweig'ın tarihsel belge olarak değerlendirdiği bir söylentiye göre türkler, 1453'te yanlışlıkla açık unutulmuş kale kapısından geçerek kente girmiş ve istanbul'u almışlardır.

tarihin adil olup olmadığı söylenemez; çünkü etik bir ölçütü yoktur. ama adalet üzerine değil şiddet üzerine kurulduğu için, zaferi elinde bulunduranlarla işbirliği içindedir.

uyguladığı yöntem sayesinde fazlalıkları atarak 1000 sayfalık bir metni 200 sayfaya indirdiği çok görülmüştür.

rusya gezisinde çantasında bulduğu bir mektup: size söylenen her şeye inanmayınız. size bir şeyleri gösterirken birçok şeyi de gizlediklerini unutmayınız. sizinle konuşan insanların genellikle, size gerçekten söylemek istediklerini değil, size söylemeye izinli oldukları şeyleri dile getirdiklerini unutmayınız. biz hepimiz gözetleniyoruz, siz de aynı şekilde. çevirmeniniz her sözünüzü aktarıyor. telefonunuz dinleniyor ve attığınız her adım kontrol ediliyor.

esasında hayatla ilgili çok şey yaşandı. bundan sonrasının inişten başka bir şey olmayacağı kesin.

nazilerin seçim zaferini; gençliğin, ulaşılmaz politikaya karşı, belki akıllıca değil ama özünde doğal ve tamamen hoşgörülebilir bir başkaldırısı olarak yorumlar.

gerçekdışı ne varsa yüzsüzce kanatlarını açmış havalanıyor, gerçeğin kendisi ise yasadışı. kanalizasyonlar açıkta akıyor ve insanlara onun kokusu çok güzelmiş gibi geliyor.

o yalnızca bir fazlalık gibidir artık
şu hastalıklı dünyada
güneş ışığı kendisidir yalnızca (benno geider)

mülteci olmayı, dengeleri bozan bir tür rahatsızlık, tehdit edici bir kimlik kaybı olarak değerlendirir.

pasifizm barışta gereksiz, savaşta çılgınlık, barış zamanında güçsüzlük, savaş zamanında ise çaresizlik.

friderike'nin neşeli ve canlı kişiliğinin tersine, lotte'nin başkasına muhtaç yapısı, koşulsuz bağlılığı, yeniden bunalıma düşen zweig'a pek yardımcı olmaz.

60. doğum günü: altmış yaşında biri olarak zaten sarsıntıya uğramış ve yarı yarıya tükenmişsinizdir. artık istemiyorum, sadece bu kararı uygulamakta tereddüt ediyorum. başkalarının hiç tahmin edemeyecekleri zor bir şeyin yaklaştığını görüyorum.

montaigne için en güzel ölüm gönüllü ölümdür.

yaşam başkalarının, ölümse bizim istencimize bağlıdır.

intiharla gelen ölüm: 22 şubat 1942: stefan zweig avusturya doğumludur, birkaç ay önce ingiliz vatandaşlığına geçmiştir ve tam 60 yaşındadır. 33 yaşındaki karısı, elisabeth charlotte, kızlık soyadı altmann.. ağır uyku hapları almışlar.

özgür iradem ve açık bilincimle yaşama veda etmeden önce, son bir görevi mutlaka yerine getirmek istiyorum. bana ve çalışmalarıma oldukça iyi ve konuksever bir dinlenme ortamı sunan bu harika ülke brezilya'ya içten teşekkürler. her geçen gün bu ülkeyi sevmeyi daha çok öğrendim, dilini konuştuğum ülkenin dünyası çöktükten, manevi yurdum avrupa kendini yok ettikten sonra, yaşamımı yeniden başka hiçbir yerde kuramazdım.

ama altmış yaşından sonra, yeni bir hayata başlamak için, özel güçlere gereksinim duyuluyor. bendeki güçlerse yıllardır yersiz yurtsuz dolaşmaktan dolayı tükendi. tam zamanında ve elim ayağım tutarken, zihinsel faaliyetleri, her zaman için yeryüzünün en hissedilir sevinci, kişisel özgürlüğü ve en değerli serveti olarak gören bir yaşama son vermeyi, daha doğru buluyorum.

bütün dostlara selam gönderiyorum! uzun bir geceden sonra, yeni bir günün doğduğunu da görecekler! fazlasıyla sabırsız olan ben, onlardan önce gidiyorum.

arkadaşları, yaşamını tamamen şahsi malı olarak gören isyankar adama kırılırlar.

thomas mann: "yine bizden biri, şiddet yoluyla dünyayı değiştirenlere karşı direnmekten vazgeçerek, pes ederek, intihar ederek amansız düşmanı onurlandırma hakkına sahip miydi? o, tüm bunlarla ilgilenemeyecek kadar güçlü bir bireydi."

benim psikolojik bunalımlarımın hiçbir gerçek nedeni yok.

yarattığı edebi kişiler, özellikle de uzunöykülerinde intiharı düşünür veya gerçekten intihar ederler. hassas kişilikleri nedeniyle ruhsal yönden tehdit altındadırlar ve kendilerini yaşama sıkı sıkıya bağlı hissetmezler.

dinin yanılsama yoluyla, arzuların yerine getirildiği bir model olduğunu düşünen freud gibi o da, yoksun kalmanın, acı çekmenin ve hastalıkların, dinle ilgili tasarımların kökü olduğuna inanmıştı. öncelikle hastalık, hastaya soru sormayı, düşünmeyi, dua etmeyi, boşluğa yönelttiği ürkütücü bakışına son vermeyi ve korkusunu aktaracağı bir varlık bulmayı öğretir. ilk olarak, din duygusunu, tanrı düşüncesini insana var ettiren şey, acı duymaktır.

onun dini insana inanmaktı. insana yakışır iyimser düşüncelerle inşa ettiği düşlerdeki saray yıkıntıların arasında kalınca, zweig en son barınağı olan ölüme sığınmıştır.

carneiro: bu kadar gururlu olmasaydı, kuşkusuz yaşamın üstesinden gelebilirdi ve biz bu acıları yaşamak durumunda kalmazdık. (bilim akademisi başkanı)

zweig üretken bir yazardı; şiirler, sanat ve kültürle ilgili yazılar, meslektaşlarının yazmış olduğu yapıtlara giriş bölümleri, çeviriler, öyküler, bir adet bitmiş, iki adet bitmemiş roman, biyografiler ve monografiler, denemeler, tiyatro oyunları ve söylenceler ve bir de libretto yazmıştır. bunlardan başka sayısı 20.000 ile 30.000'i bulan mektubu vardır. insel yayınevi'nin sahibi anton kippenberg, kendi yayınevinin yazarı zweig'ın bir fabrikanın ortağı olduğunu öğrendiğinde şöyle demişti: ne, zweig'ın bir de fabrikası mı var?