14.01.2010

monte cristo kontu

alexandre dumas

ağaç hiçbir zaman çiçeğini bırakıp gitmez; ağacı bırakıp giden her zaman çiçektir.

bir babanın ya da bir annenin yüreğinin hiçbir zaman anlayamayacağı şeyler vardır.

politikada insanlar yoktur, düşünceler vardır; duygular yoktur, çıkarlar vardır; politikada bir adam öldürülmez, bir engel ortadan kaldırılır.

çoğu zaman mutluluğun yanından onu görmeden, ona bakmadan geçeriz ya da onu gördüysek ya da ona baktıysak bile onu tanıyamız.

idam sehpasının ilk basamağında ölüm tüm yaşam boyunca taşıdığınız maskeyi atar ve gerçek yüzünüz ortaya çıkar.

insanın dostları varsa, bu dostlar sadece ona bir kadeh şarap ısmarlamak için değil daha çok onun üç dört kova su yutmasını engellemek içindir.

mutlu olmak için hep acelemiz vardır; çünkü insan uzun zaman acı çekerse, mutluluğa bir türlü inanamaz.

şaraptan korkanlara yazık; çünkü onlar içlerindeki kimi kötü düşünceleri şarabın ortaya çıkaracağından korkarlar.

"bütün kötüler su içer
bu, tufandan bellidir."

fransızların ispanyollara karşı bir üstünlüğü vardır. ispanyollar bir şeyi kafalarında evirip çevirirler; fransızlar bulurlar.

düşünüldüğü zaman; kalem, mürekkep ve kağıt, bir adamın canına kıymak için, ormanın köşesinde beklemekten daha emin bir yoldur. ben her zaman bir kılıç ya da bir tabancadan çok daha fazla bir kalem, bir şişe mürekkep ve bir kağıttan korkmuşumdur.

mutluluk kimi zaman garip bir etki yapar; insanı soluksuz bırakır, acı gibi.

mutluluk, büyülü adalarda kapılarını ejderhaların beklediği saraylar gibidir. onu elde etmek için savaşmak gerekir.

siyaset alanında tutuklama emri kütüğü yoktur; kimi zaman hükümetler bir adamı arkasında hiçbir iz bırakmadan ortadan kaldırmakta yarar görürler; tutuklama emir belgeleri araştırmalara yol gösterebilir.

belirsizlik tüm işkencelerin en kötüsüdür.

tutuklu için gardiyan bir insan değildir; meşe ağacından kapısına eklenmiş canlı bir kapıdır, demir parmaklıklara eklenmiş etten bir parmaklıktır.

basit ve izin verilen şeyler için doğal isteklerimiz doğru çizgimizden sapmamamız konusunda bizi uyarır. doğası gereği kan döken kaplanın -ki bu onun yaşam biçimidir- sadece bir şeye gereksinimi vardır; bu da koku alma duyusunun ona erişebileceği yerde bir av olduğunu haber vermesidir. kaplan hemen bu ava doğru sıçrar, üstüne çıkar ve onu parçalar. bu, onun içgüdüsüdür, ona boyun eğer. ama insan tam tersine, kandan iğrenir; cinayetten iğrenen hiç de toplumsal yasalar değildir, doğa yasalarıdır.

toplum sınıflarının en alt basamağından en üst basamağına kadar her birey kendi çevresinde, descartes'ın dünyaları gibi, çalkantıları ve sevgi atomları ile küçücük bir çıkar dünyası oluşturur. sadece bu dünyalar yukarı çıktıkça hep genişlerler. bu tersine dönmüş ve bir denge oyunuyla nokta üzerinde duran bir sarmaldır.

öğrenmek bilmek değildir; bilenler ve bilginler vardır: birincileri var eden bellektir; ötekileri var edense felsefedir.

felsefe öğrenilmez; felsefe kazanılan bilgilerin beyinde bir araya gelmesidir; beyin onları uygular: felsefe, isa'nın gökyüzüne çıkmak için ayağını bastığı parlak buluttur.

iyi nedenler kadar hiçbir şey insana cesaret veremez.

korkmak için tehlikeyi bilmeye gerek yoktur; en büyük korku uyandıranlar her zaman bilinmeyen tehlikelerdir.

bağımsızlığın özgürlüğün yerini aldığı tüm ülkelerde tüm yürekli insanların, tüm güçlü örgütlerin duyduğu ilk gereksinim; hem saldırıyı hem savunmayı sağlayan, üstünde taşıyanı ürkütücü, çoğu zaman da korkutucu yapan bir silahtır.

tüm vahşi yapılı insanlar güçlü bir eylemi beğenmeye yatkındırlar.

daha iyi, iyinin düşmanıdır.

hayatta en ilginç şey ölüm gösterisidir.

kendini savunmayı bilmeyenlerin intikamını almak, adaletin görevidir.

ilkel halkların yasası, kısasa kısas yasasıdır.

kralların krallıkları dağlarla, nehirlerle, törelerin değişmesiyle, dillerin dönüşümüyle sınırlıdır. benim krallığım dünya kadar büyüktür; çünkü ben ne italyanım, ne fransız, ne hindu, ne amerikalı ne de ispanyol; ben evrendeşim. hiçbir ülke beni doğarken gördüğünü söyleyemez. benim ölümümü hangi ülkenin göreceğini tanrı bilir. tüm adetleri benimserim, tüm dilleri konuşurum. hiçbir ülkeden olmadığım, hiçbir hükümetten korunmak istemediğim, kimseyi kardeşim olarak tanımdığım için güçlüleri durduran kuruntuların ya da zayıfları felce uğratan engellerin birinin bile beni durdurmadığını ya da felce uğratmadığını anlıyor olmalısınız. benim sadece iki hasmım var: iki yengin diyemeyeceğim; çünkü direnerek onlara boyun eğdiriyorum: bunlar uzaklık ve zaman. üçüncüsü ve en ürkütücü olanı benim ölümlü bir insan olma durumum. yürüdüğüm yolda ve amacıma ulaşamadan beni durdurabilecek tek şey bu. geriye kalan her şeyi hesapladım. insanların yazgının şansları dedikleri şeyi, yani yıkım, değişme, olasılıklar, bunların hepsini önceden düşündüm, bunlardan biri başıma gelse bile hiçbiri beni deviremez. ölmedikçe her zaman olduğum gibi kalacağım; bu nedenle size hiçbir zaman, krallardan bile duymadığınız şeyleri söylüyorum.

gençlik bir çiçek, aşk da onun meyvesidir. bu meyvenin yavaş yavaş olgunlaştığını gördükten sonra onu toplayan bahçıvana ne mutlu!

lal rengi bir beşikte doğup hiçbir zaman bir şey istemeyenler yaşama mutluluğunun ne olduğunu bilmezler. hayatları hiçbir zaman öfkeli denize atılmış dört tahtaya bağlı olmamış insanlar da açık bir gökyüzünün değerini bilmezler.

üzüntülü bir kapitalist, kuyruklu yıldız gibidir, dünyaya her zaman büyük bir felaketi haber verir.

coşkuyla istenen bir şeyin, onu elinden almak ya da koparmak istedikleriniz tarafından coşkuyla savunulmamasına ender rastlanır.

her zengin adamın yolu üzerinde yanından sürünerek geçtiği yoksullar vardır.

büyük bir umutsuzlukla dolu yüreklerde artık başka heyecana yer yoktur.

düşünceler ölmez; kimi zaman uykuya çekilirler; ama uyumadan öncekinden daha güçlü uyanırlar.

iki tür göz vardır: bedenin gözü ve ruhun gözü. bedenin gözü kimi zaman unutabilir; ama ruhun gözü her zaman anımsar.

hiçbir şey ilk anılar kadar ruhun derinliklerini oluşturmaz.

insanlar tehlikelere karşı ne kadar katılaşırlarsa katılaşsınlar, tehlikeye karşı ne kadar uyarılmış olurlarsa olsunlar, her zaman, kalplerinin ve vücutlarının ürpermesinden düşle gerçek arasında, planlanan ile gerçekleştirilen arasında var olan büyük farkı anlarlar.

ruhtaki yaraların şöyle bir özelliği vardır: gizlenirler; ama kapanmazlar, her zaman acı verirler, her zaman dokunulduğunda kanamaya hazırdırlar, her zaman yürekte canlı ve açık kalırlar.

hayat, umutlarımızın sonsuza kadar suya gömülmesidir.

zavallı insanlığın övünçlerinden biridir bu: herkes kendini yanında inleyen ve ağlayan bir başkasından daha mutsuz sanır.