31.05.2009

uzun lafın kısası

elsa morante: 
dünya, evrensel bilincin tapınağıydı; siz onu bir hırsız yatağına dönüştürdünüz!

george sand: geziye çıkınca en güç şey saf doğayı bulabilmektir; çünkü insanoğlu her yeri düzenlemiş, hemen her yeri bozmuştur.

kemal tahir: insanı aramayan, insanı bilmeyen toplumlarda özenti ile alınan her yeni sosyal müessese, işleri biraz daha karıştırıp berbat etmekten başka bir şeye yaramaz.

irvin yalom: kimsenin seyretmediği bir hayat yaşamaktan kötüsü olamaz.

jean-paul sartre: yazarın görevi, hiç kimsenin dünyadan habersiz kalmamasını ve bu yüzden kendisinin suçsuz olduğunu ileri sürememesini sağlamaktır.

jerome k. jerome: bir kediyi boş laflarla, bir köpeği kandırdığınız gibi kandıramazsınız.

marianne williamson: korkumuzdan kurtulduğumuzda, varlığımız, başkalarını da kendiliğinden özgürleştirir.

platon: oligarşilerde baştakilerden başka hemen herkes dilencidir.

nermi uygur: yüce esinlilere, din kurucularına, ermişlere dağ çölleri, ormanlar, mağaralar gerek; hiç olmazsa bir süre. sıradan insanlara azıcık hastane yeter.

sophokles: sadık bir dostu reddetmek, kendi kendimizi hayatın en aziz bildiğimiz bir parçasından yoksun bırakmaktır.

ayfer tunç: efendinin bokuyla bile gururlanmak sadakatin önemli bir göstergesidir.

joel bakan: her şeyin ya da herkesin mülk edilebildiği, manipüle edilebildiği ve sömürülebildiği bir dünyada eninde sonunda her şey ve herkes mülk edilecek, manipüle edilecek ve sömürülecektir.

30.05.2009

kandan kına yakılmaz

hasan hüseyin korkmazgil


mutlu günlerin dışında
ekmek kavgasının içinde doğdum
tutsak sabahlar yaşadım
masmavi özlemlere kandım
kavak yapraklarında sakız gibi güneşler
yitik bereketler arkasında çırçıplak
düşlerle savrulup gitti çalınmış çocukluğum
gezdim
sevdim
okudum

yıllar var ki şu ülkede
şöyle sıcak şöyle mutlu
şöyle yürek soğutan
tek bir haber değmedi kulağıma
tek bir olay yaşamadım
hep kan gölü hep gözyaşı hep kargış
sanki yunus yaşamamış bu topraklarda
hacıbektaş diye biri geçmemiş buralardan

bir ülke ki ölüm ucuz
yaşamak kan pahası
çekiverin kuyruğunu
'gitsin allahaşkına'

anlamayan böcek gibi ezildiğini
ne anlar dehşetinden ölümün
ne anlar bu rezil bataklıkta
güzelinden çirkininden bu konukluğun

ölüm ucuz olmamalı bu çağda
sayrılıksa yenilmeli
açlıksa kovulmalı dünyadan
savaşsa durdurulmalı
neyimiz var kardeşler şu kısa konuklukta
sevmekten ağlamaktan gülmekten başka

karanlığın en koyusu
öncesidir şafağın

yaşamak diyorum
ey güzel ellerini bulanık sularda dolaştıranlar
mutluluk arayanlar onursuz karanlıklarda
yaşamak diyorum
yaşamak
sevişir gibi

28.05.2009

kadın şairler antolojisi

bedihan tamsöz



iki karşıt yoldu yaşamamız biliyordum
ne yapsam aynı sonuca çıkacaktı
(ülkü uluırmak)

alt yanı eğri bir dünyasın dostum
yemiş gibi ölümün değneğini bükülmüş sırtın
belki de şakacı bir yıldızdır uzaydaki adın
(melisa gürpınar)

hep böyle ıssız mı olur katliam sonrası kentler
ırmak bile susar mı, rüzgar korkar mı sokaklardan
biter mi çığlık ateş ve dumanla
(zerrin taşpınar)

yalnızdı, önceden de yalnızdı
gözlerinden tutunur bir karanfil dünyaya
(leyla şahin)

kim yaşamını kurtarmaya çalıştıysa kaybedecek
kim kaybettiyse bulacak onu yeniden
(lale müldür)

en sevdalı bekleyişler bile
yanar bir gün
üşütür diye yüreğimi körükledim ateşleri
sense usanmadın bekletmekten
geleceksin biliyorum
(ayşe hülya özzümrüt)

renk renk dökülür
ruha iner bin bir yıldız
kıvılcım olur
alev olur
gönül aşkı
ince ince dokur
yar teliyle
(mualla anıl)

her gün soruyorum aynı soruyu
insan aradığını bulabilir mi
kum saati gibi durmadan
umutsuzlukla dolup boşalırken yüreği
(melisa gürpınar)

azalan uykulardır sevmek
(zerrin taşpınar)

bilsem kimedir meyli nihani derunun
girsem yüreğin içine hep mahremin olsam
(fitnat hanım)

incitmesin ahım o güzel kalbini, ey gül
ben gizli yanıp mahvolayım, olma haberdar
(fitnat hanım)

köklerinde gizli bir bahar sevinci
yeşil buğulu bir örtüye
bürümüş ağaç iskeletleri
bölerken çizgilere yeryüzünü
bir ozan sevgiyle doldurur günlerin peteğini
(melisa gürpınar)

dilberimde şu cihan bağını gördüm geçtim
sevmedim bir çiçeği gonce feminden başka
(leyla hanım)

bir kasedir alev dolu gönlüm, yana yana
ben ta senin yanında dahi hasretim sana
(rabia hatun)

felsefe

louis-ferdinand celine

fikirmiş falan, bende yok öyle şeyler. bir tanecik fikir bulamazsınız bende. ve benim gözümde hiçbir şey ama hiçbir şey, şu fikir denen şeylerden daha aşağılık, daha boktan, daha tiksinç değildir. kütüphaneler ağzına kadar fikir dolu. kafelerin bahçeleri de. bütün çöpten çelebiler fikir zengini olmuş. hele o felsefeciler!

tabii fikir deyip geçmeyin, heriflerin geçim kaynağı! gençlerin aklını alıyorlar fikirlerle. hepsini bağlamış pezevenkler! eh gençler zaten dünden hazır önüne konanı yalayıp yutmaya. her boku şahane bulmaya. pezevenklerin işi çocuk oyuncağı tabii! ömrü hayatlarının en deli zamanları. bu çocuklar ne yapıyor, anca ya çadır dikiyor ya fikirlerle gargara!

fikir dediğim de başka şey değil beyefendi, felsefe işte! bunların işleri güçleri felsefe! bayılıyorlar kandırılmaya, yavru köpek gibi bunlar, onlar da bayılır ya sopalara, kemik zannederler, yeter ki birileri fırlatsın, bunlar da peşinden koştursun! atlasınlar oradan oraya, havlasınlar, ömürlerini tüketsinler, dünya bu!

ah o üçkağıtçı şerefsizler yorulmak da bilmezler ki üstelik, sabah akşam oynatırlar gençleri parmaklarında. içi kof bir sürü felsefi sopaları var bunların, fırlatır dururlar. gençler de yakalayacağım diye helak olurlar oradan oraya! ha ama ağızları da kulaklarındadır safların! üstüne bir de minnet duyarlar! pezevenkler iyi biliyor tabii bunların ihtiyacını! fikirlere ihtiyaçları var! olanı da kesmez ki bunları, hep daha fazla fikir lazım illa bunlara! bir sürü sentez lazım! ussal dönüşümler lazım! arada da vur kadehi şaraba! yaslan şaraba sabah akşam! yaşasın mantık! şahane! ne kadar kof, o kadar iyi, rahat geçer boğazdan! yalayıp yutsunlar! o kof sopaların dibinde ne bulurlarsa. fikirler! oyuncak oldular ellerinde!

26.05.2009

modern çağın sorunları

yuval noah harari

kim bilir kaç üniversite mezunu genç çok çalışıp iyi paralar kazanacaklarını düşünerek büyük firmalara giriyor ve ancak otuz beş yaşından sonra bu işlerden ayrılarak gerçek istediklerini yapmaya çalışıyor.

öte yandan, bu yaşa gelinceye dek kredi ödemeleri, okul yaşına gelen çocukları, ödemeleri gelen arabaları ve yurt dışında tatiller veya kaliteli şaraplar olmadan yaşamın çok da anlamlı olmadığına dair geliştirdikleri bir anlayışları oluyor.

ne yapabilirler? geri dönüp kök bitkilerini mi eşelesinler? elbette öyle yapmayıp daha da büyük bir çabayla köle gibi çalışıyorlar.

tarihin en kesin yasalarından biri şudur: lüksler zamanla ihtiyaç haline gelir ve yeni zorunluluklar ortaya çıkarır. insanlar belli bir lükse alıştıklarında bir süre sonra onu kanıksarlar. onu yaşamlarında hep bulundururlar ve bir süre sonra onsuz yaşayamaz hale gelirler.

son birkaç on yılda hayatı daha çok rahatlatacağını varsaydığımız sayısız şey icat ettik: çamaşır makineleri, elektrikli süpürgeler, bulaşık makineleri, telefonlar, cep telefonları, bilgisayarlar, e-posta vs.

eskiden bir mektup yazıp zarfa koymak, üstüne pul yapıştırıp posta kutusuna atmak insanı epey uğraştıran bir işti. mektuba cevap almak günler veya haftalar, hatta aylar alabiliyordu. günümüzdeyse bir dakika içinde çabucak bir e-posta yazıp dünyanın öbür ucuna gönderebiliyorum ve eğer gönderdiğim kişi çevrim içiyse anında cevap alabiliyorum. böylece mektup yazmanın aldığı tüm zamanı ve çabayı ortadan kaldırmış oldum. peki bugün daha rahat bir hayat mı yaşıyorum?

maalesef cevap hayır. klasik posta çağında insanlar yalnızca gerçekten söyleyecekleri önemli bir şey olduğunda mektup yazarlardı. akıllarına gelen ilk şeyi yazmak yerine ne söylemek istediklerini ve bunu nasıl aktaracaklarını önceden dikkatli bir şekilde düşünürlerdi. bunun sonucunda da, aynı şekilde düşünülmüş bir cevap almayı beklerlerdi. zaten çoğu insan ayda birkaç mektuptan fazlasını yazmıyordu ve gelen mektuplara da hemen cevap vermek gibi bir zorunluluk duyulmuyordu.

bense bir gün içinde düzinelerce e-posta alıyorum ve bunların hepsini hızlıca cevaplandırmam gerekiyor. bu icatları yaparken zaman kazanacağımızı düşünüyorduk; ancak aslında günlerimizi daha endişeli ve kaygılı geçirmemize sebep olacak şekilde hayatın hızını normalin on katına çıkartmış olduk.

25.05.2009

yorgun savaşçı

kemal tahir

on bir yaşında asker olmak öteki insanlardan ayrılmaktır.

hayvana erkek gibi binen, silahı erkek gibi kullanan kadının kadınlığı nasırlaşır biraz. kendini sevişmenin yeline kapıp koyuveremez.

üniforma, bir yandan insanın kişiliğini ortadan kaldırıyordu ama, öte yandan onu silahlı bir topluluğun güvenilir parçası haline getiriyordu. "asker üşümez, asker acıkmaz, asker yorulmaz." martavalına herkesin inanması da galiba bundandı.

bence evlenme, yıldız barışıklığı işidir. zora hiç gelmez. insanlar birbirlerini kardeş gibi severler de, bakarsınız evliliği yürütemezler.

dostlar yağmaya koyulmakta düşmanlara parmak ısırtır
tanrı bir yerde çöküş belirtisi göstermesin

bir kere dövüşe girdin mi, geri basmayı beceremezsin.

hatırlamıyorum, dolaşık doğrulamadır hukukta.

ata dost gibi bakacaksın, düşman gibi bineceksin.

kapı çalınınca fırladı kaçtı. böyle kaçmalar daha kolay yakalanmak içinmiş.

bu havada kovulan çıkmaz.

orman ne demiş: "şuncacık balta, benim hakkımdan gelemez ama, neyleyim ki sapı benden."

bir gizli örgüt ikiye bölündü mü, gizlisi kalmaz.

bir örgüt, uzun zaman hükümete sırtını dayayarak çalışmaya alıştıysa, çetin zamanda ondan büyük başarılar beklemeyeceksin.

büyük altüst oluşlarda cellatlara gün doğar.

sizin kara kaplı kitabın başında "gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım." yazılıdır. sizin baba yasanız böyle başlar. iri bilgiciniz gökalp ziya mollayı kötülüyorum sanma! onun da suçu yok. bu lafı, başkalarını aldatmak için uydurmadı. çok büyük, çok çıkarlı bir gerçek bulduğuna inanmaktadır bugün bile. kendisi de çünkü ödevini her zaman gözünü kapayarak yapmıştır. meseleleri birbirine karıştırması, sonra da işin içinden çıkamaması bundan.

namık kemal: cihangirane bir devlet çıkardık bir aşiretten

doktor insanların satranç taşları karşısında derin derin düşünceye dalmalarını sevmiyor, buna "tıkanık düşünme" diyordu. satrançta insan düşünme idmanı bile yapamaz. en büyük silahımız olan düşünme gücünün asıl işi, gerçeği bulmak, anlamak, değiştirmektir. satrançta düşünmenin bu çeşidinden kaçarız. onu boşa çalıştırarak, kısa bir zaman için olsa da iyice yorar, asıl ödevinden uzakta tutarız. kaytarmanın en korkuncu, bir kuvveti, asıl işinin üstünde gibi göstererek, onu boşa çalıştırmaktır. bunun en açık örneği de satranç.

imparatorluğa yeni bir dayanak lazımdı. almanlar tam bu sırada turancılık masalını dayadılar. biz de bu masala, denize düşenin usturaya sarıldığı gibi sarıldık. türk’e doğru atılmaktan başka çıkar yol kalmamıştı önümüzde. oradaki türklerin anadolu türküne hiç benzemediğini anladığımız zaman da iş işten geçmişti.

her şey zamanına göre doğrudur. dahası, senin baktığın açıya göre..

zarar karın kardeşidir.

ya devlet başa ya kuzgun leşe

yiğit atlar besledim kara gün için
binip ılgar edemedim ne fayda

deme olmaz olmaz
olmaz olmaz bu dünyada

batıda, ilkçağların kölelik sisteminden bu yana özel mülkiyet kutsal olduğu halde, sizin beş bin yıllık toplum tarihinizde devletten başka kutsal hiçbir şey yoktur. sizde her iş devlete yararlılığıyla değerlendirilir.

bir şeyin tabu olması için anlaşılması değil anlaşılmaması şarttır.

aklında mı doğduğun zamanlar
sen ağlar idin gülerdi alem
bir öyle ömür geçir ki olsun
mevtin sana hande halka matem

ne demiş köroğlu’nun babası: "biz kör olduksa, dünyanın da bakılacak suratı kalmadı ya!"

bozmadım ettiğim büyük yemini
kalbimin içine çizdim resmini
dudağım anıyor hala ismini
ben seni bir türlü unutamadım

bunlar bilek gücünden, usta nişancılıktan, gözü karalılıktan anlar. söz geçirmek isterseniz, yırtıcı hayvan terbiyecisi gibi davranacaksınız. en rezilini bir kere tepelediniz mi, sonra artık kırbacı şaklatmak yeter.

sokak, gittiği yere kadar, bu bayraklarla süslüydü. hangi evlerin türk, hangi evlerin rum olduğunu bir şeylerden seçip ayırmaya çalıştı. rumların artık türklerden korkmadıkları için, bu alacalı bezleri asmaları ne kadar iğrençse, türklerin de korktukları için aynı işi yapmaları, o kadar iğrençti.

ince dudakları inatçı olduğunu, bu inatçılığın kincilikten geldiğini gösteriyordu.

sesinde, az konuşan insanların, kendilerini zorlamadan, sözlerine yükledikleri inandırıcılık vardı.

bir memlekette halkın kahraman anlayışı, eşkıyadan yukarı çıkmamışsa, o memlekette insanların çoğunluğu soyguna biraz yatkın demektir.

bu cellat milleti, ya çok soylu kişilerden çıkar ya da büsbütün ayaktakımından.

22.05.2009

ebedi koca

dostoyevski

ölü bir düşman iyidir; ama yaşayan bir düşman daha iyidir.

sadakatsiz bir eş olarak doğan kadınlardan o. böyle kadınlar asla bekar kalmazlar. evlenmeleri doğa kanunudur. kocası ilk aşığıdır; ama evlenene kadar sürer. kimse bu tip kadınlardan daha ustaca ve daha kolay evlenemez. ilk ihanetlerinde suçlu hep kocadır. bunun ardından mükemmel bir içtenlik gelir, kendilerini kesinlikle haklı ve tamamen masum görürler.

öte yandan, böyle bir kadına uygun düşen ve bütün görevi bu kadına uygun düşmek olan bir koca tipi de vardı. böyle bir kocanın asıl görevi 'ebedi koca' olmaktı, yani o hayatı boyunca kocadan başka bir şey değildi. böyle adamlar koca olmak için doğup büyürler, kendilerine özgü karakterleri olsa bile evlenir evlenmez karılarının tamamlayıcısı oluverirler. bu tip bir kocanın en belirgin özelliği alnındaki madalyalardır. boynuzlarının olmaması güneşin doğmaması demektir. bu gerçekten habersizdirler, doğaları gereği habersiz olmak zorundadırlar.

20.05.2009

bilgi üzerine üç söyleşi

paul feyerabend

gülmece en büyük, en insanca koruyucu donanımlardan biridir.

felsefeci özgür bir ruhtur; öğretmense bir izlenceye bağlı kalması gereken; ama bunun için para da alan bir kamu görevlisidir.

bir tek kişiye dürüst davranmamak bütün insanlığı yaralar; çünkü insanlık güvene dayanır. dünyada söylenen en küçük bir yalan bu güveni sarsar, insanlığı yaralar.

hiçbir ölçmede saltık kesinlik yoktur; hep birtakım yanlışlar olur.

yeni düşünceler, yeni bir yaşama biçimi ortaya koymak isteyen bir öğretmenin iki şeyi anlaması gerekir: ilkin bir kendini koruma düzeneği olmadıkça düşüncelerin kötüye kullanılacağını. voltaire'in düşüncelerinde bir koruma vardı, nietzsche'nin düşüncelerinde yoktu. nietzsche nazilerce kullanıldı, voltaire kullanılmadı. iki, kimi durumlarda işe yarayan bir "ileti"nin başka durumlarda ölümcül olabileceğini anlaması gerekir.

birtakım hazır inançları olan yetişkinler için gülmece büyük bir yıkıcı güçtür.

düşünceler, tıpkı kelebekler gibi, yalnızca var olmakla kalmaz; gelişir, başka düşüncelerle ilişkiye girer, etkide bulunurlar.

iyice tanımlanmış, bağdaşık bir etkinlik alanı olarak "felsefe"nin varlığı, "bilim"in varlığından ne daha az ne daha çok. sözcükler var, kavramlar da var; ama insan varoluşunda kavramların gerektirdiği sınırların izi yok.

heves

murathan mungan


etimden uçurduğum uçurum
meşhurdum, meçhuldüm, mahsurdum
bir hafızken eskiden
mecnun kaldım şimdi
aşktan, senden, kendimden
n'olur sevmeden öldürme beni
alacânım
söyle, indi mi göğsüne heves

18.05.2009

yürek burgusu

henry james

kadınlar birbirlerinin zihinlerini okuyabilir.

kitaplarda rastladığımız, sevdiğimiz gerçek şövalyeler kazandıkları üstünlüğü hiçbir zaman karşılarındakinin yüzüne vurmazlar. artınartık ne istediğini anladım: sen rahat bırakılmak, köşeye kıstırılmamak istiyorsun. demek bundan sonra canımı sıkmaktan, peşime düşüp beni gözetlemekten vazgeçeceksin, ben de istediğim gibi gidip geleceğim. işte gördün bak, kendi isteğimle geldim sana ve gitmiyorum. gitmek için zamanım çok. gerçekten hoşlanıyorum seninle birlikte olmaktan. giriştiğim savaşım bir ilke uğrunaydı.

serseri ruhum

hadrianus


benim küçücük, serseri
ve kırılgan ruhum,
bedenimin misafiri ve yoldaşı,
nereye gideceksin şimdi?
hangi loş, sert, çorak yerlere gideceksin?
artık şakalar yapamayacaksın.

16.05.2009

aşk

mehmet rauf

ben seni ne kadar sevdiğimi başka kadınları gördüğüm zaman anlıyorum. bazen rast gelip hatta senden güzel bulduğum kadınlara bakıyorum da kendi kendime hiçbirini senin kadar, senin gibi sevemeyeceğime yemin ediyorum. sende bir şey var, öyle bir şey ki hiçbirinde rast gelmiyorum. öyle bir şey ki, işte bütün endişelerim senin yanında mahvoluyor. ruhuma bir şifa, bir dinginlik geliyor. dudaklarını gözlerime dokundurduğun zaman bütün canımın koşa koşa gelip toplandığını, orada seninle kavuşmaktan mutlu olarak kaldığını hissediyorum. hele şimdi bana öyle geliyor ki ben dünyada senden başka hangi kadını alsaydım hiçbirisiyle senin gibi olamayacaktım; senin kadar böyle samimi, ruhuma kadar, böyle canıma kadar samimi..

yemin

friedrich dürrenmatt

bu dünyada bilseniz ne saçmalıklar, ne münasebetsizlikler oluyor ve bizler de işte hayat diye isyan etmiyoruz. dünyanın içinde sadece mantıkla yaşanacağına inanmak ne büyük gaflet!

küçük kızlara sarkıntılık eden tipler çoğunlukla ilkel ve budaladır. doktorların dediği gibi, mankafadırlar. zor kullanmaya hazır tiplerdir. kadınlara karşı bir tür aşağılık kompleksleri veya iktidarsızlıkları vardır.

ruhen hasta insanlar için küçük kız veya kadın diye bir ayrım yoktur. katil, kadına yaklaşamadığından, küçük kız çocuğuna sokulur. kadının yerine katil, kızı öldürür. ve dikkat edilirse hep aynı tip kız çocuğu olduğunu göreceksiniz. bütün kurbanları birbirine benzer. burada ilkel duygulara sahip bir erkeğin söz konusu olduğunu unutmayın. bunlar ister budala doğmuş veya sonradan bir hastalık sonucu budalalaşmış olsun, cinsel arzularında birer hayvandan farksızdırlar. normal bir insanı kontrol altında tutan faktörler bunlarda hiç yok gibidir.

intikam duygusunun nedeni, belki cinsel hayatta karşılaştıkları birtakım güçlüklerdir. bu adam bir kadın tarafından ezilmiş, istismar edilmiş olabilir. belki kendi fakir ve karısı zengindir. belki toplumsal hayatında karısı ondan daha itibarlı konumdadır. 

erkek ile kadın arasında en saçma durumların yaşanması mümkündür.

bir olayın nedenini kavrayabilmek için o kadar çok faktör vardır ki, anlatamam. bunların hepsini bilmemiz imkansızdır. çoğunlukla sadece en önemsizlerini öğreniriz. tesadüflerin, hiç hesapta olmayan, akla gelmeyen faktörlerin büyük rolü vardır. kanunlarımız yazık ki istatistiklere dayanarak ve ihtimaller hesaplanarak yapılmıştır. bunlar tek tek olaylara değil, genele uygun düşerler. ama öyle olaylara rastlanır ki, ne bir hesaba ne de bir mantığa sığar. ve bizler elimizdeki kısır imkanlarla bunları izledikçe de hiçbir sonuç elde edemeyiz. aksine, büsbütün çıkmaza gireriz.

poetika

nazım hikmet

bugün, şiir dediğimiz ve vezinsiz, ölçüsüz, serbest yazıldığını iddia ettiğimiz şiirler de vezinli ve ölçülüdür. şiir, şekil bakımından, nesirden, ölçülü vezinli oluşuyla ayrılır.

şairin alim olması şart değildir ama, cahil olmaması şarttır.

şiir silahıyla yapılacak muhasebe, çok daha geniş meseleleri çok daha kısa, belki teferruatsız fakat kuvvetle, ana hattında vermek gibi bir imkana sahiptir.

doğru laf orijinal laftan daha değerlidir.

hikâye merakla okunmazsa hikâye değildir.

daktilo ile yazmak ne güzel şey; yeryüzünde mülkiyetini affedeceğim yegane istihsal aleti daktilo makinesidir.

"on şairlik bir çağdaş dünya şiiri antolojisi yapsanız nazım hikmet'i alır mısınız?"

pablo neruda: "tek şairlik bir çağdaş dünya şiiri antolojisi yapsam nazım hikmet'i alırım."

15.05.2009

yukio mişima

zülfü livaneli

çılgınlık derecesinde bir japon milliyetçisi olan yukio mişima, büyük yazarlık yeteneğini önemsemez gibi davranarak hayatını "güneş imparator"a, samuraylar japonyasını canlandırmaya, dövüş sanatlarına, askerliğe, disipline adamış, ülkesinin yozlaşması olarak gördüğü değişimlere karşı mücadele bayrağı açmıştı. yanına epey öğrenci de toplamıştı. bir gün bu öğrencileri alarak bir askeri birliği işgal etti. balkona çıktı, düşüncelerini özetleyen bir söylev verdi ve seppuku yaptı. kimonosunu açarak özel bir bıçakla karnını yavaş yavaş, dikkatli bir biçimde soldan sağa doğru keserek bağırsaklarını dışarı döktü. daha sonra seremoniye katılan en yakın öğrencisi, keskin bir kılıçla yazarın başını uçurdu.

14.05.2009

melez desenler

nilüfer göle

yaşadıklarının, söylediklerinin üzerine düşünme, anlama zahmetli bir iştir. zaman ister, araştırma ister, emek ister, üretme tutkusu ister.

ütopyalar zenginleştiricidir. ancak ütopyalar bilme istencinden koptukça dogmatikleşirler. bilme cesaretinin yerini bilginin siyaset tarafından denetlenmesi alır.

türkiye'nin geleceği küresel ve yerli, liberal ve ahlaklı, seçkinci ama toplumu dışlamayan, bireyci ve dayanışmacı bir toplumsal projenin hayata geçirilmesinde yatmaktadır.

alain touraine: kendinin bilincinde olma tek başına özneyi açığa çıkaramadığı içindir ki bir bireyin içinde öznenin oluşumu, bu kadar sıkı bir şekilde, öteki ile olan ilişkilere bağlıdır. aşk ilişkisi toplumsal belirlenmişlikleri, determinizmleri yok eder ve bireye bir duruma uyum sağlamaktan ziyade, bir aktör olma, o durumu yaratma arzusu verir. özne olarak öteki ile kurulan bu ilişki sayesinde bireyler sosyal sistemlerin işlevsel elemanları olma durumundan çıkarlar, kendilerinin yaratıcıları ve toplumun üreticileri olurlar.

yaşamak

ismet özel


adını "bir gün fazla yaşamak" koyduk
ey merak, ey zafer haykırışı, oğlum
ellerin ve doğurtucu erkin baş döndüren macerası
ey toprağın ve rahmin tükenmez hünerleri
güz ki ancak hainin yüreğini soğutur
bir korkağı mahzun kılar kırlangıç sürüleri
sabırla, kin tutarak
gülen günlere ulaşan sesleri bulduk
adına "yaşamak" diyoruz
"düşmana inat bir gün fazla yaşamak!"

partizanlığım dalaşmak istiyor anla
bu sarsak hırgürüyle dünyanın

yürüyorum
azarlanıyorum fışkıran başaklarla
iki bomba gibi taşıyorum koltuğumdaki bir çift somunu
hurdahaş bir sancıyla geçiyorum badem çiçekleri altından
gözlerim nemli değil
gözlerim namlu

sarp bir güvercin düşüyor yüreğimden
buna dayanmalıyım
ölünce bir partizan gibi ölmeliyim
sabahın kuşluk vaktine savrulan
savrulan savrulan ergen ölüleri gibi
kentin şarkısını söylediğim zaman
yağız bir kımıltı oluyor sesim

merak
bir devrimcinin hazırlığıdır
ve alçacık bir sesle uçar üzerimden
kanser, begonya, ölüm.

13.05.2009

dinginliğin gücü

eckhart tolle

dünyayı kurtaracak ve dönüştürecek olan şey içsel dinginliktir. içsel dinginlikle teması yitirdiğinizde, kendinizle teması yitirirsiniz. kendinizle teması yitirdiğinizde, kendinizi dünyada kaybedersiniz. gerçek benliğiniz ile dinginlik birbirinden ayrılmaz. o sizin asli doğanızdır. dinginlik içinde algıladığınız her şeyle birlik hissedersiniz. her şeyle bir olduğunuzu hissetmek gerçek sevgidir. dinginlik zekanın ta kendisidir; o her formu doğuran bilinçtir. bilgelik dinginlikle birlikte gelir.

gerçek bir ruhsal öğretmenin, sözcüğün geleneksel anlamında, öğreteceği bir şey yoktur; onun size -yeni bilgi, inançlar, ya da ahlaki davranış kuralları olarak- vereceği ya da katacağı bir şey yoktur. böyle bir öğretmenin tek işlevi sizi zaten olduğunuz -ve varlığınızın derinliklerinde zaten bildiğiniz- kimliğin gerçeğinden ayıran şeyden kurtulmanıza yardımcı olmaktır. ruhsal öğretmen, aynı zamanda huzur olan o içsel derinlik boyutunu açığa çıkarmak ve size göstermek için oradadır.

gerçek zeka sessizce iş görür. dinginlik yaratıcılığın ve sorunların çözümlerinin bulunduğu yerdir. 

düşüncelerinizi çok ciddiye almayın. insanların kavramsal hapishanelerine hapsolmaları çok kolaydır. ve garip olan şey şu ki insanlar içinde bulundukları hapishaneyi severler; çünkü o onlara bir güvenlik duygusu ve sahte bir "biliyorum" duygusu verir.

hiçbir şey insanlığa kendi dogmalarından daha fazla ıstırap vermemiştir. her dogmanın er ya da geç çöktüğü doğrudur; çünkü realite eninde sonunda onun yanlış olduğunu ortaya çıkaracaktır; ancak, onun temel yanılgısı olduğu gibi görülmedikçe, onun yerini başka dogmalar alacaktır.

zihin bir yetersizlik hali içinde bulunur ve bu yüzden daima daha fazlasını ister. siz zihinle özdeşleştiğinizde, çok kolayca sıkılır ve huzursuz olursunuz. can sıkıntısı zihnin daha fazla uyarımın, daha fazla düşünce besininin açlığını çektiğini ve açlığının doyurulmadığını gösterir.

bilgelikten yoksun kurnazlık son derece tehlikeli ve yıkıcıdır.

insanlar kim olduklarını unuttuklarında karışıklık, öfke, depresyon, şiddet ve çatışma ortaya çıkar.

dünyanın gözünde başarılı ya da başarısız olmanız önemlidir. sağlıklı ya da sağlıksız olmanız, eğitim görmeniz ya da görmemeniz önemlidir. zengin ya da yoksul olmanız önemlidir -bu yaşamınızda kesinlikle bir fark yaratır. evet, tüm bunlar nispeten önemlidir, ama mutlak şekilde önemli değildir. bunların hepsinden daha önemli olan bir şey vardır ve bu o kısa-ömürlü varlığın, o kısa-ömürlü kişiselleştirilmiş benlik duygusunun ötesindeki kimliğinizin özünü bulmaktır.

çoğu insanın yaşamını arzu ve korku yönetir.

siz tüm deneyimlerin geçici olduğunu ve dünyanın size kalıcı değere sahip hiçbir şey veremeyeceğini idrak ettiğinizde, teslimiyet çok daha kolay hale gelir. o zaman insanlarla karşılaşmaya, deneyimlere ve faaliyetlere katılmaya devam edersiniz; ama bunları egosal benliğin istekleri ve korkuları olmadan yaparsınız. yani, artık bir durumun, kişinin, yerin ya da olayın size doyum veya mutluluk vermesini talep etmezsiniz. onun geçici ve kusurlu doğasının olmasına izin verirsiniz. ve mucize şu ki, siz artık ondan olanaksız bir şeyi talep etmediğinizde, her durum, kişi, yer ya da olay sadece doyum verici hale gelmez; aynı zamanda daha uyumlu ve dingin de olur.

kabul edilemez olanı kabullenmek bu dünyada en büyük inayet kaynağıdır.

biz insanlar hakkında bir kanıya varmakta, bir sonuca ulaşmakta çok acele ederiz. egosal zihin için diğer insanları etiketlemek, onlara kavramsal bir kimlik vermek, onlar hakkında ahlaki bir yargıda bulunmak doyum vericidir.

ilişkilerinizde istemeyi ve korkmayı aşmak ne kadar harika bir şeydir. sevgi hiçbir şey istemez ve hiçbir şeyden korkmaz.

nesneler alemini benliksiz bir biçimde takdir ettiğinizde, çevrenizdeki dünya zihinle kavrayamayacağınız biçimlerde canlanacaktır.

bir insanla karşılaştığınızda, ne kadar kısa bir süre için olursa olsun, ona tüm dikkatinizi vererek onun varlığını kabul ve tasdik ediyor, onu onurlandırıyor musunuz? yoksa onu amaca ulaştıracak bir araca, sadece bir işleve ya da role mi indirgiyorsunuz?

ölüm yaşamın karşıtı değildir. yaşamın bir karşıtı yoktur. ölümün karşıtı doğumdur. yaşam ölümsüzdür, ebedidir.

bazı insanlar ölmeden hemen önce derin bir biçimde dinginleşir ve -sanki ölmekte olan formun içinden bir şey parlıyormuş gibi- adeta ışık saçarlar.

her kazada ve felakette, çoğunlukla farkında olmadığımız, potansiyel olarak kurtarıcı bir boyut vardır.

her şey birbirine bağlıdır. budistler bunu hep bilmişlerdir ve fizikçiler şimdi bunu doğrulamaktalar. vuku bulan hiçbir şey diğerlerinden ayrı bir olay değildir; o sadece öyle görünür. biz onu daha çok yargıladıkça ve etiketledikçe onu daha çok ayırırız. yaşamın bütünlüğü bizim düşünüşümüzle parçalara ayrılır. yine de, o olayı yaşamın bütünü meydana getirmiştir. o kozmos denen birbirine bağlılık ağının bir parçasıdır. bu şu anlama gelir: her ne olmuşsa, o başka türlü olamazdı.

gerçek özgürlük ve ıstırabın sonu bu anda her ne hissediyor ya da deneyimliyorsanız onu tamamen siz seçmişsiniz gibi yaşamaktır.

eski sokak

behçet necatigil


yıldızlar daima yalnızdır

anla sıkıntımı geç git dost
nedendir sorma
gür bitkiler altında bir benim için akar
alıngan, onurlu
istemez görsünler saklı su

biliyorum saadet
bana dünyada gelmez
ölümü bekliyorum

şu dünyada oturacak o kadar yer yapıldı
kulübeler, evler, hanlar, apartımanlar
bölüşüldü oda oda, bölüşüldü kapı kapı
ama size hiçbir hisse ayrılmadı
duvar dipleri, yangın yerleri halkı
külhanlarda, sarnıçlarda yatanlar

anla sıkıntımı geç git dost
nedendir sorma
gür bitkiler altında bir benim için akar
alıngan, onurlu
istemez görsünler saklı su

gene de hiçkimse kurtulamaz içinde büyüyen
bu korkunç boşluktan, diyorum
kurtarırsa o kurtarır bizi, ne aşklar, ne yaşlanmak
ne avuntular dışarda
dünyada mutluluk adına ne varsa başkaca
evcek, evlerde yaşar yaşarsa

şu dünyada insanca yaşamak da yoksa
ne kalıyor geriye yüzyıllardan

geceleri korkulu yollara gittiniz mi
biz çok şeyi vakit yok pek kısa geçiyoruz
limanda bilinen gemiler oysa açıklardadır
kullanırız bir sözü ama hangi anlamda

asıl şiirler bekler bazı yaşları

bir yerde iyidir yanılmış olmak

güçlü fırtınalarda direkleri kırılmış
gemiler bize sığınır -bulduk sanırız

katlanmak babında
her iyi şair
de biraz peygamberdir

12.05.2009

açıklığa doğru

melih cevdet anday

cennet bize eski mısır'ın armağanıdır. cehennem ise samilerin.

ilhan berk: bir ozanın aşktan, eski çağlardan söz etmesi; yalnızlığı, bunaltıyı yeryüzüne yaymak istemesi toplumdan kaçma değil, toplumu anlamaya doğru gitmektir.

hastabakıcılara; ama iyilerine acırım; çünkü iyi hastabakıcılar, hastalarını severler, onlarla dostluk kurarlar; oysa kısa bir süre sonra bu dostluk, bu sevgi bitiverir; hasta ya iyileşir gider ya ölür; gerçekten gönlü sevgi dolu olan o iyi hastabakıcı ise bu sefer yeni bir hastasına bağlanır. durup dinlenmeden, ülke ülke dolaşan gezginler de yeni geldikleri yerde, kısa bir süre için, güzellikler, iyi insanlar tanır, dostluklar kurar, sonra da çekip giderler. gezginlerle hastabakıcılar arasındaki ayrım, birincilerin sevdiklerini bırakması, ikincilerinse sevdiklerince bırakılmasıdır. gezginle hastabakıcıyı birleştirirseniz, kişinin alınyazısı çıkar ortaya.

auerbach: dünyanın kuruluşunda cinnet ve cebir vardır; isa bunlara boyun eğmiştir. dünyayı düzeltmek için parmağınızı bile kıpırdatmaya değmez.

insanın insana koşması, yarattığı en yüce gücüdür insanoğlunun.

suç

marquis de sade

suç birçok gözden sakınır ve hepsinden korkar. güvenliğinin, ancak gizemin karanlığında mümkün olduğunu hissedip ne zaman harekete geçmek istese gölgenin içine saklanır.

olağan kısıtlamaları ihlal etme alışkanlığı kısa süre sonra daha ciddi olanların ihlaline neden olur ve bir kişi hatadan hataya yakın zamanda dünyadaki her ülkede cezalandırılacak ve hangi ülkede yaşıyor olursa olsun dünyadaki her makul insanda korku uyandıracak türden suçlara ulaşır.

dünyada gerçek olan hiçbir şey yoktur; övgü ya da onay hak eden hiçbir şey, ödüllendirilmeye ya da cezalandırılmaya değer hiçbir şey, burada adaletsiz olup beş yüz fersah ötede tümüyle yasalara uygun hiçbir şey yoktur. sözün kısası hiçbir suç gerçek değil, hiçbir iyilik sürekli değildir.

10.05.2009

şiiri düzde kuşatmak

gülten akın

en yalnız kişinin bile söyleyeceğinde başkaları vardır.

kuşku, bilmenin, bildiğini gelecek içinde bir üst düzlemde yeniden üretmenin ilk aracıdır. onsuz, insan düşüncesi gelişemez. kalıplar ve dogmalar içinde donup kalır; yozlaşır, çözülür, dağılır.

ölmüş bir dili diriltmeye çalışmak ya akılsızlığın, ya gerici özlemlerin simgesi olabilir.

insanın yeni olanakları bulması için eskileri tanıması zorunludur. yeniyi kurmak için eski içinden seçilebilir olanlar vardır. tekniklerden alınacaklar vardır eski alan usul usul temizlenir. sonra nitel bir dönüşüm gerçekleşir.

turgut uyar: her insan bir uygunsuzluktur ölü olmadıkça.

iyidir aşırılıkları denemek. sonunda klasik güzelliğe katmak için derlenmiş bir yığın çiçek olacaksa kucakta.

edip cansever: insanın insana verebileceği en değerli şey yalnızlıktır.

"bilinçlilik, niteliğini nesnel yaşam sürecinin belirttiği bir varoluş biçimidir."

yılsonu yoktur, yılbaşı yoktur, doğum günü yoktur, beş yıl yoktur. üç yüz altmış beş gün altı saat on sekiz dakika yoktur. zaman yoktur. bunu şu yaşına dek anlamadıysan, artık kimse anlatamaz sana. gelmişsin, gidiyorsun.

edip cansever: mutluluk, alışılmış bir kötümserliktir.

o zamanlar ben her gün
vapurları karşılamaya giderdim
istasyonlarda dolaşırdım
tren saatlerinde
vaktimi parklarda
caddelerde geçirirdim
ah, nerden bileyim
yeni bir aşktan önce dolaşıldığını
böyle yerlerde (necati cumalı)

bu dünyada bir iş yapan kişi, yaptığı iş ne olursa olsun, onun hesabını da yapabilmelidir. yani bilinçle yapmalıdır her ne yaparsa.

"hiçbir şey yoktan varolmaz, hiçbir şey yok olmaz."

haberin var mı taş duvar
demir kapı, kör pencere
yastığım, ranzam, zincirim
uğruna ölümlere gidip geldiğim
zulamdaki mahzun resim
haberin var mı
görüşmecim yeşil soğan göndermiş
karanfil kokuyor cıgaram
dağlarına bahar gelmiş memleketimin (ahmed arif)

ozan, bir döneminde hayata, ötekinde tarihe, bir başkasında bilime yönelmez. şiir yazmaya başlamadan çok önce, az ya da çok bir birikme, bilgilenme söz konusudur. bilgi gelir, bir bireşim yeni bilgilerle başka bireşimlere ulaşır. ve sürekli bir seçme. sürekli bir değişim ve nitel sıçrama. şiiriniz bu oluşumu izleyebiliyorsa, o da evrilip değişip geleceğe aktarılarak birikiyorsa ozanlığınız diridir. değilse, yoz bir kalıbı sürükleyip götürüyorsunuz demektir. insanın kendi ölüsünü sürükleyip götürmesi kadar saçmadır bu.