30.09.2008

uzun lafın kısası

adalet ağaoğlu:
 aşkın düğünü, kendisidir.

edward evans-pritchard: din; korkunun, kuşkunun, girişim yokluğunun, bilgisizliğin ve ilkel insanın deneyim eksikliğinin bir ürünüdür.

emma goldman: büyük çoğunluk hiçbir şeye sahip değilken bir avuç azınlığın her şeye sahip olması suçtur.

ingrid noll: eften püftendir, eften püften insan elinden çıkanlar.

marquis de sade: bir mucize sayesinde itibar kazanmak için sadece iki şey gereklidir: bir şarlatan ve birkaç aptal kadın.

norman mailer: diğer ruhlarla birlikte yaşanamaz; gerçekten acı bir ruhu olan birini bulmak gerekir, o ruh çirkin ve kötü olsa bile.

remarque: hayatta ilerlemek istersen dış görünüşüne büyük önem vermelisin.

friedrich engels: gelecek dünya savaşı, dünya yüzeyinden yalnız gerici sınıfları ve hükümdar soylarını değil, bütün gerici halkları da silecektir.

stefan zweig: bize en şaşırtıcı görünen şeyler, çoğunlukla en doğal olanlardır.

victor hugo: çocuğunu kaybeden bir anne için yaşanan her yeni gün ilk gün gibidir. bu acı hiç yaşlanmaz. yas giysileri yıpranıp ağarsa da yürek hep karanlıkta kalır.

gogol: baylar, bu dünyada yaşamak can sıkıcı bir şeydir.

chamfort: toplum, çevre, salonlar, dünya denilen şey, sefil bir tiyatro oyunudur; ilgi çekmeyen, yalnızca makineler, kostümler ve dekorlar sayesinde biraz tutunan, kötü bir operadır.

29.09.2008

yolculuk

carl sagan: olağan dışı iddialar olağan dışı kanıtlar gerektirir.

jacob bronowski: rüya ya da kabus, deneyimimizi olduğu gibi ve uyanık yaşamak zorundayız. bilimin en ince ayrıntısına kadar nüfuz ettiği, hem yekpare hem gerçek bir dünyada yaşıyoruz. şu ya da bu tarafı tutmaya kalkarak onu bir oyuna çeviremeyiz.

louise bogan: herhangi bir yolculuğa eşlik eden ilk gizem şudur: yolcu başlangıç noktasına en başta nasıl ulaşmıştır?

charles darwin: bugün hayatın kökenini düşünürsek çöpten ibaret olduğunu söyleyebiliriz; hayatın kökeni yerine maddenin kökeni de denebilir pekala.

christopher hitchens: bir yaratıcı ve bir plan olduğunu varsaymak, insanları, hasta olmak için yaratıldığımız, iyi olmamızın buyrulduğu zalimce bir deneyin nesneleri haline getirir.

jacob bronowski: rüya ya da kabus, deneyimimizi olduğu gibi ve uyanık yaşamalıyız. bilimin en ince ayrıntısına kadar nüfuz ettiği hem yekpare hem gerçek bir dünyada yaşıyoruz. şu ya da bu tarafı tutmaya kalkarak onu bir oyuna çeviremeyiz.

albert einstein: tanrı'nın evrenin yaratılışı sırasında bir seçeneği olup olmadığını öğrenmek istiyorum.

douglas adams: uzay büyüktür. öyle böyle değil, gerçekten büyüktür. ne kadar kocaman, devasa, insanın başını döndüren bir büyüklüğü olduğuna inanamazsın. demek istediğim, eczaneye varıncaya kadarki o uzun yol kadar olduğunu sanırsın; ama uzayla karşılaştırdığında o yol bir arpa boyu kalır.

jacob bronowski: deneyimlenmiş olgunun hakikatin bir yüzü olarak onaylanması derin bir konudur ve rönesans'tan bu ana medeniyetimizi hareket ettirmiş başlıca kaynaktır.

bir başlangıç, bir yaratılış, bir bitiş yoktur, der aristoteles.

christopher hitchens: bir şey evreninde yaşamamızı dikkat çekici bulanlar, bekleyin. hiçlik doğruca bizimle çarpışmaya doğru ilerliyor.

26.09.2008

serüven

ahmet altan

yazıya başlamadan önce duyulan ölüm sıkıntısıyla yazıya başladıktan sonra önüne açılan bir cennet bahçesinden giriş ferahlığı arasında yaşanan kısa bir an vardır; ölüm anı gibi bir süre, ruhunun bedeninden ayrıldığını, bir bilinmezliğe doğru uçmaya başladığını duyduğun bir kısa zamandır bu. orada hem bedeninle hem ruhunla inanılmaz bir haz yaşarsın; sonra ruhun bedeninden kopar, cümlelerinin arasında bazen ak bir melek, bazen siyahlar içinde bir zebani gibi dolaşmaya başlar. artık bedenin yoktur; bütün zevkleri, acıları, tutkuları, özlemleri, istekleri ve korkularıyla birlikte terk edilmiştir, bedenin ölmüştür orada. cümlelerden cümlelere dolaşan ruhundur artık, bedeniyle bütün ilişkilerini kesmiş olan ruhun kendi serüvenini yaşar.

25.09.2008

sağ siyaset

uğur mumcu

"siyaset" arapça kökenli bir sözcüktür. "at bakıcılığı, seyislik" anlamına gelmektedir. türk-islam devletlerinde "siyaset" sözcüğü, "ceza vermek" anlamında kullanılmaktaydı.

selçuklularda ünlü vezir nizamülmülk, "siyasetname" adlı yapıtında, "siyasetten murat, ceza tertibidir." demekteydi.

osmanlı imparatorluğunda siyaset, siyasal nedenlerle verilen ceza anlamına gelmekteydi. padişah fermanlarında "siyaset olmayınca halkı alem ıslah olmaz; icra lazımdır." gibi buyruklara rastlanırdı. bir padişah fermanında "siyaset icrası" denildi mi, ölüm cezasının yerine getirilmesi istenmiş demekti.

türkiye'de hukuk devletinde siyaset yapmak, şüphesiz bambaşka anlama gelmektedir. fakat yıllar yılı, siyaset yapmak bazı insanlar için ceza yaptırımlarıyla sonuçlanmış, bazılarına da ayrıcalıklar, ödüller, armağanlar sağlamıştır. siyaset adamlarının dillerinden düşürmedikleri sözcüklere bakarsanız hemen hemen hepsi, demokratik düzeni yerleştirmeye çalışmaktadır.

"çok partili düzen.. hür demokrasi.." gibi kavramlar siyasal parti liderlerinin dillerinden hiç düşmemiştir.

hür demokratik düzenden amaç batı demokrasileridir. batı demokrasileri bugünkü aşamalarına ekonomik ve siyasal liberalizmle ulaşabilmiştir. ekonomik liberalizm, sermayenin özgürce yatırım yapıp kazanç sağlamasını öngörür. siyasal liberalizm ise her türlü düşüncenin özgür ve serbestçe konuşulabilmesini içerir.

batı demokrasilerinin bu koşulları yozlaştırılmakta ve türkiye'de bütün alaturkalığı ile uygulanmaktadır. denklem ters çevrilmekte ve sıkça "hür teşebbüs" deyip teşvik tedbiri, yatırım indirimi, kredi vergi bağışıklığı gibi olanaklarla özel kesime ayrıcalıklar tanıdıktan sonra, "zehirli fikir.. yıkıcı düşünce.. aşırı akım.." gibi demagoji ipotekleriyle emekçi sınıfların söz ve örgütlenme özgürlükleri yok edilmektedir.

sağcı partilerin temel felsefesi bu yasak düzeninde yatmaktadır. sermayeye alabildiğine özgürlük, özgür düşünceye ceza yasası, iş adamına kredi, ilerici aydına cezaevi hücresi ve kelepçe..

sağcılığın özeti budur türkiye'de.

özgürlükten, barıştan ve emekten yana olanlar cezalandırılmış, sermayeden yana olanlar ise ödüllendirilmiştir. ceza yasasında yer alan, "sosyal bir sınıfın, öteki sosyal sınıflar üzerindeki tahakkümü" tanımı, işçi sınıfından yana olanlar için bir suç gerekçesi olmuş, burjuvazinin işçi sınıfı üzerindeki egemenliği görmezlikten gelinmiştir. var olan "tahakküm" adına düşünüldüğü sanılan "tahakküm" ceza yaptırımına bağlanmıştır.

sağcılığın ceza anlayışı da budur.

24.09.2008

mendilname

salah birsel

dersimizin adı: mendilname.

ilk yapılacak iş, sevgiliye ağzının sıkı olduğunu açıklamaktır. bunun için, mendilini sağ elinde topladıktan sonra onunla ağzını ört. bu, "söz bir, allah bir" ve de "aşkımız sır olsun" anlamınadır. bu pandomimadan sonra artık her kadına şahin kesilebilirsin, her güzelin burnunu, kulağını, el ve ayağını hacamat edebilirsin. bu arada sevgiliye "her ne buyurursan can ile baş üstüne" demen de gerekir. çünkü bu da "artık avcumdasın, borç olan malın benimdir" sözünün kibarcasıdır. bunu anlatmak için elindeki mendili başına götür, yetişir.

ünlü bilgidir, sevgiliye daha yakın durmak istediğinde mendili kalbinin üstüne bastırmalısın. bu da şu demeye gelir: "sevgin kalbimde yer etti, canım sana feda olsun." yalnız bunun da başka bir anlamı vardır: "sensiz dünya bana karanlık. buluşmaya ne dersin?" işin tuhafı, bu ikinci ve gizli teyeli erkekler kadar kadınlar da bilir. onun için bu işaretin hemen ardından başını mendille örtmen gerekir. bu da "korkma, kimse görmez" sözüyle eş anlamlıdır. bu durumda sevgilinin yapacağı kesin olarak saptanmıştır. o da mendilini havada sallayacaktır. çünkü o da "dolaş gel" demek istiyordur. ne ki, seninle şimdi değil de gece saat beşte buluşmayı murat etmişse o zaman da sol elinin beş parmağını sağ elindeki mendilin altına sokmalıdır.

bir de var ki, sen beşe kadar beklemeye takat gösterecek durumda değilsin; o zaman mendilinin iki ucunu iki elinde tutman meramını anlatır. bu işmarla da "bir sen, bir ben" demiş olursun ki bu da "sensiz ölüyorum, saat beşi bekleyemem" sözüyle aynı kapıya çıkar. bu durumda kadınlara düşen de mendillerini dizlerinin üstüne bırakmaktır. bu da "zahmetten sakınma, armağanını alırsın" sözüne bir göndermedir. şu var ki, sen yine ilk sözünde kalacak olursan vay sana, vaylar sana! eksik etekler bu gibi askıntı erkekler karşısında çokluk şu karşılığı verir:

"artık münasebet kestim."

bunu duyurmak için de mendillerini ortasından iki parça ederler. gizli değildir ki, bundan senin yılmaman ve yine "dediğim dedik, çaldığım düdük" diye tepinmen gerekir. laf aramızda, hatuncağız seni sıkı bir sınavdan geçiriyordur. senin kavaf işi olmadığını, tersine çift dikişli ve nalçalı bir potin olduğunu çaktı mı cebinden yeni bir mendil çıkarır ve bir iki öhö öhöden sonra içine tükürür.

artık korkma, bu senin murada erdiğinin, daha doğrusu biraz sonra ereceğinin resmidir. neden dersen, kağıthane'nin aşk dilinde bunun anlamı tektir ve şundan başkası değildir:

"düş peşime, yüzüne lanet."

23.09.2008

hakikat

jean meslier

ey insan! sen arzın evladısın; arz, çalışkan evladından hiçbir nimeti esirgemeyen cömert bir anadır; gözlerini semaya dikme, sema boştur.

kısacası, peygamberleri ve tercümanları tarafından, her ülke için, zorbaların en acımasızı, en adaletsizi, en zalimi ve bununla birlikte yeryüzü sakinlerinin sözde kural ve yasaları olması gereken bir güçlü tanrı olarak tanımlanan bir tanrı kavramıyla, ahlak ve erdemin birleştirilmesinin olanaksız olduğunu her şey kanıtlamıyor mu?

gerçek ahlak ilkelerini görmek ve seçmek için insanlar ne teolojiye ne vahye ne de tanrılara muhtaçtır. ihtiyaçları yalnız ve yalnız sağduyudur. yalnızca kendilerine gelmeleri, kendi tabiat ve içeriklerini düşünmeleri, özel yararlarını incelemeleri, toplumun ve toplumu oluşturan üyelerden her birinin amacını göz önünde bulundurmaları yeterlidir. o zaman insanlar şunu kolayca onaylar: erdem oğulların kârı ve kötü ahlak oğulların zararıdır. insanlara, tanrılar öyle istediği için değil, insanların sevgilisi olmak için, adil, iyiliksever, anlayışlı, geçimli olmalarını söyleyelim. ahrette cezaya uğrayacakları için değil, sonucuna bu dünyada katlanacakları için kötülükten ve cinayetten çekinmelerini söyleyelim.

montesquieu der ki: "cinayetlere engel olmak için çareler vardır, bu çareler cezalardır; ahlakı değiştirmek için çareler vardır, bu çareler güzel örneklerdir."

gerçek sadedir. doğru yoldan sapma karmakarışıktır; seyir ve hareketinde güvenilir değildir, dolambaçları çoktur. gerçeğin doğal sesi kolay anlaşılır; yalanın sesi cinaslı, içinden çıkılmaz ve esrarlıdır. gerçeğin yolu doğrudur, hilenin yolu eğri büğrü ve karanlıktır. insana her zaman gerekli olan bu gerçek, adil ruhlara aittir, onlar tarafından hissedilir. aklın öğütleri bütün temiz ruhlar tarafından izlenir, onlara özgüdür. insanların mutsuz olması ancak cahil olmalarındandır. insanların cahil olması ise aydınlanmalarını yasaklamak için aleyhlerinde gizli fesat her şeyin çevrilmekte olmasındandır. insanların bu kadar yaramaz olması, akıl ve muhakemelerinin henüz yeteri kadar gelişmemiş olmasındandır.

mektuplar

george sand / gustave flaubert

flaubert: her gün george sand'den bir şeyler okuyorum; her defasında bir çeyrek saat ona öfkelenip kızıyorum.

flaubert: insan, yeteneğinin doruğuna ancak kendinden soyunarak erişebilir; sanatı, içini dökmek için değil, bilgi aracı olarak kullanmak gerekir.

sand: anlayış için gereken şey kafada, takdir etmek için gereken ise gönülde bulunur.

sand: herkes özgürdür; kimi büyük bir gemide yelken açar; kimi ise bir balıkçı kayığına biner. sanatçı, hiçbir şeyin engelleyemeyeceği bir kaşiftir; onun sağa ya da sola yürüyüşü ne iyi ne de kötüdür; yeter ki amacı onu doğru yola sürükleyebilsin; birkaç deneyden sonra, ruh sağlığının durumunu öğrenmek onun bileceği iştir.

sand: her şeyin meçhul olduğu bir yerde, her şey olasılıklı değil midir?

flaubert: bir kez sınıfları birbirine karıştırdın mı ahlaka da veda ettin demektir.

sand: insan, budala kişileri kendinden daha fazla sevmelidir. onlar, dünyanın gerçek mutsuzları değil midir? varsın bizi beğenmesinler. alay etsinler, batırsınlar. bu önlenemez ama onları da kendi havalarına bırakamayız; sevsinler, sevmesinler, önlerine has ekmek koymamız gerek. bir kez çöplüktekilerle gözleri doyunca, artık ekmeğin hasını arayacaklardır; eğer bulamazlar ise, kötülerle yetineceklerdir.

sand: hayatta yapılan bir iş, çoğu zaman işe yaramaz gözükebilir. evet, o an işe yaramayabilir ama, bu gene de iyi niyetin, iyi iş görmenin geleneğini sürdürür; aksi halde her şey yok olmaya mahkumdur.

sand: insanın dostuna açıklayacağı sırlar, yabancıların sandıklarından çok başkadır.

flaubert: büyük yaradılışlar -onlar iyi kişilerdir- her şeyden önce müsrif insanlardır; kendilerini kolay harcarlar.

sand: yüksek hakimimiz doğa, içgüdülerimize bir denge vermiş, iştahımızın sınırını çizmiştir. büyük yaradılışlar bu işte fazla dayanıklı değillerdir. bizi mantıksal bir eğitim, çok yönlü şekilde geliştirmemiş. her bakımdan biz, sıkışmış durumdayız; köklerimizi dallarımızı gelişigüzel, istenilen yere ve istenilen şekilde salıp durmuşuz. büyük sanatçılar, çok kez hasta ruhlu insanlardır; birçokları da iktidarsızdı. şehvetli olanlardan birkaçı da çarçabuk tükenir. kafayla çalışan bizlerin, sanırım genellikle sevinci de kederi de yoğundur. oysa gece gündüz toprakla, karısıyla yorucu iş yapan köylü, kafaca güçlü bir yaratık değildir; kafası en zayıf yanıdır.

flaubert: sanat, istisnalar çizip anlatmak değildir. elimde olmayarak, kalbimi kağıda dökmekten tiksiniyorum; hatta bence bir romancının herhangi bir şey üzerinde gerçek düşüncelerini söylemeye bile hakkı yoktur. tanrı fikrini hiç söylemiş midir?

sand: insanın öküz gibi bir sabrı, taşı parçalayacak güçte bir bileği olunca, anlatmaya değer ne iyi ne de değişik olayları vardır; ne de heyecanları olabilir.

flaubert: üstün sanat bilimseldir, kişisel değildir; akıl yoluyla uğraşıp şahısları kendimize çekmek değil de, siz onların içine girmelisiniz.

montaigne: iffet, ifrata kaçabilir; onun da çılgınlık kadar ılımlılığa ihtiyacı vardır.

sand: bu dünyadan bir bütün olarak ayrılan insan, ölümle her şeyin bittiğine inanan insandır; peşinden gelmek için kimseye de el uzatmaz.

flaubert: her şeyi tanrıya bırakmak faziletlerin en kötüsüdür.

flaubert: insanların budalalıklarını eşelemek kadar yorucu bir şey yok!

jules michelet: adalete karşı olan hiçbir şey devam edemez.

voltaire: insan düşüncesinin tarihi, insan budalalığını ortaya koyar.

sand: şefkat ve özverili bir dostluktan gayrı her şey geçicidir.

flaubert: parasız ve zorunlu eğitim bir işe yaramayacak; ancak budala sayısını artıracaktır.

renan: yüksek sınıfları yetiştirmeye çalışın; eğer bunu yapmazsanız, kum üzerine yazı yazmış olursunuz.

flaubert: eleştiride en yüksek şey yöntemdir; yaratmayı sağlar.

sand: bizler birer don kişot'uz. hancıların eğlencesi olmaya boyun eğmeliyiz. dünya böyle kurulmuş. eğer aldanmak istemiyorsan gidip çölde yaşamalısın. bu alçaklık dolu yeryüzünden, kötülüklerden kaçarak yaşamak, yaşamak sayılmaz. yaşamda acıyı da tatlıyı da sineye çekeceksin.

sand: gönül yaşamımda tek karanlık nokta sensin!

sand: edebiyat ürünü meta sayıldığı sürece, satıcı ondan yararlanmayı umacaktır. o sadece kitap alıcısını düşünmek zorundadır; eğer müşteri metayı beğenmezse satıcı yazara ürününün hoşa gitmediğini söyler. edebiyat özgürlüğü, kitapların pazarlandığı bir fuardır. editöre ayrıcalık göstermemek biricik erdemimizdir. o bize burun kıvırsa bile, suç onun değildir. eğer okuyucular zevkli olursa editörler de zevkli olur.

flaubert: edebiyatın özgür oluşundan söz ediyorlar! yazarların artık büyüklerden aylık almadıklarını, daha özgür olduklarını söylüyorlar! daha asil duruma geldiklerini savunuyorlar. oysa bugün, toplum içindeki asaleti bir bakkal kişi ile eşdeğerdir. ne büyük bir ilerleme!

felix nadar: yaşamak istiyorsan, sıradan biri ol!

flaubert: herhangi bir politik inanca sahip olmak için insan saf olmalı!

sand: insanlar kendilerini oldukları gibi görmekten hoşlanmazlar.

sand: eleştiri ciddi olsa da olmasa da onu görmezlikten gel! eleştirinin yazara sağlayacağı yararı ben asla anlayamadım. eleştiri hep kişisel bir bakışa dayanır; sanatçı ise otorite dinlemez. insanlar entelektüel düzen içinde güçlere el koyarak güneşi ve ay'ı tartışmaya kadar işi vardırırlar. oysa bu ne ay'ın ne de güneşin sakin görünüşünü engeller.

sand: geziye çıkınca en güç şey saf doğayı bulabilmektir; çünkü insanoğlu her yeri düzenlemiş, hemen her yeri bozmuştur.

sand: yaşadığımız çağdan ne kadar ilerde olursak ondan o kadar ıstırap çekeriz.

sand: bilgelik sanattan üstündür. en üstün zirvede olan sanat bile, onun ancak bir ifadesi olabilir. bilge, her şeyi içine alır: güzelliği, gerçeği, iyiyi, sanat heyecanını. bize kendimizin dışında, kendimizinkinden de yüksek bir şeyi görmeyi, onu temaşa etmeyi, hayranlıkla onu yavaş yavaş içimize sindirmeyi öğretir.

littre: dünya bayağı bir seyyaredir; insan da, kötü derlenmiş bir karışımdır.

buffon: iyi yazmak; aynı zamanda iyi hissetmek, iyi düşünmek, iyi ifade etmektir.

22.09.2008

uyum

herakleitos

"en güzel uyum karşılıklı gerilimden doğar."

yaşam, taşları ileri geri sürerek oynayan çocuktur. krallık çocuğundur.

savaş her şeyin babası ve kralıdır: kimini tanrı, kimini insan olarak ortaya çıkarır; kimini köle, kimini özgür kılar.

iyi ile kötü bir ve aynı şeydir.

ana babasını dinleyen çocuklar gibi olmamalıyız; yani bize aktarıldığı gibi.

ahmak insanlar her söz karşısında şaşırmayı sever.

aynı ölümlü bedene doğası gereği iki kez dokunmak olanaksızdır.

köpekler tanımadıklarına havlar.

çemberin çevresinde başlangıç ve son ortaktır.

her arzu edilenin elde edilmesi iyi değildir.

ölçülü olmak en büyük erdemdir. bilgelik doğaya kulak vererek hakikati söylemek ve doğru olanı yapmaktır.

insanın karakteri kaderidir.

soğuk ısınır, sıcak soğur, nemli kurur, kuru nemlenir.

ateş böcekleri

rabindranath tagore



hayallerim
canlı ışık zerrecikleri
karanlıkta göz kırpıştıran
ateş böcekleridir

zihnin uykulu karanlık mağaraları içinde
rüyalar
günün kervanından dökülen parçalarla
yuvalarını yaparlar

kelebek ayları değil fakat anları sayar
ve yeter zamana sahiptir

ağaç sevgi ile bakar kendi güzel gölgesine
buna rağmen onu hiçbir vakit kucaklayamaz

izin ver, güneş ışığı gibi, aşkım seni sarsın
ve yine de aydınlık özgürlüğü versin sana

hatırlamanı istemek için
armağanlarım çok küçüktür
ve bunun için
onları sen hatırlamalısın

gök
sonsuzluğa kadar
uzaktadır

tanrı, dostlar arar ve sevgi diler
şeytan, esirler arar ve itaat diler

toprak, hizmetine karşılık
ağacı kendisine bağlar
gök ise hiçbir şey istemez
ve onu özgür kılar

sessizlik
kendi kirlerini
süpürüp yürüyünce
fırtına olur

yaseminin güneşe aşkı hecelemesi
çiçekleridir

tanrı, mabedinin aşkla kurulmasını bekler
insanlar taşları getirirler

ikincisiz birin anlamı yoktur
diğer bir onu gerçek kılar

şarkımda tanrıya dokunuyorum
tepe şelalesi nasıl uzaktaki
denize dokunuyorsa

kalbim, bugün, geçmiş gecenin
gözyaşlarına gülümser
yağmur dindikten sonra
parlayan ıslak bir ağaç gibi

hayatımı meyvelendiren ağaçlara
teşekkür ettim
fakat, onu ebediyen yeşil tutan
çimeni unuttum

aşkta, sana senin değerin diye
bitmeyen borcumu ödüyorum

çok geç yükseldin, benim büyüyen ay'ım
fakat, benim gece kuşum
seni selamlamak için
hala uyanıktır

karanlık, sessizlik içerisinde
sergüzeştçi ışığın kucağına dönmesini bekleyen
perde ile örtülmüş bir gelindir

kendi kendime düşündüğüm zaman
benliğimin yükü hafifler

zayıf, korkunç olabilir
zira kuvvetli görünebilmek için
çok cüretkar olur

ölümün ruhu tek
hayatınki ise çoktur
tanrı ölünce din bir olur

iyilik yapan, mabedin kapısına
seven de mabet içerisinde takdis edilmiş
yere ulaşır

tek olan çiçek, sayısız dikenleri
kıskanmak ihtiyacında değildir

dünya en çok, kendi iyiliğini isteyen
ilgisiz zalimden zarar görür

tam değerini ödediğimizde
bağımsızlığı kazanırız
zira hakkımız yaşamak

bahar, kışın kapısında çekingendir

dünya, sessizlik denizinin yüzünde yüzen
daima değişen bir köpüktür

birbirinin uzağında iki kıyı, seslerini
anlaşılmaz gözyaşlarının şarkısında birleştirirler

kuvvetin kabası anahtarı bozar
ve kazma kullanır

doğuş gecenin gizliliğinden
gündüzün daha büyük gizliliğine geçiştir
göçebe şarkılar kalbimden kanat açarlar
ve aşkının sesinde yuvalarını ararlar

kağıttan kayıklarım benim
saatlerin ufacık dalgacıkları üstünde
dans etmek içindir
yoksa herhangi bir yere ulaşmak için değil

siz, yalnız ve ödüllendirilmeden yaşıyorsunuz
zira, onlar sizin büyük değerinizden korkuyorlar

çimen dağı sayısız ölümlerden kurtarır

tanrının dünyası ölüm tarafından
ebediyen yenilenir
şeytanınkisi de kendi varlığı ile
ebediyen ezilmiştir

ateş böceği toprağı delerken
yıldızların gökte olduklarını asla bilmez

açan her gül bana sonsuz baharın
gülünden selamlar getirir
tanrı çalıştığım zaman beni yüceltir
şarkı söylediğimde beni sever

göğün mavisinde hissedilemeyen
bir dokunuş bırakarak
sen benim ufkumdan uzaklaştın

görünmeyen bir hayal rüzgarda
gölgeler arasında kıpırdanıyor

ateş böcekleri, yapraklar arasında
göz kırpıştırarak
yıldızları hayrette bırakırlar

sisin yenilgiye uğrattığı dağ
kımıltısız kalır

tepeler, ulaşılmayan için
dünyanın ümitsizlik jestidir

ey güzel
çiçeğindeki dikenin batmasına rağmen
ben müteşekkirim

dünya, seçkinlerin halk kitlelerinden
daha çok olduğunu bilir

mükemmel bir aynada yüzünü seyrettiğinde
güzellik, gerçeğin gülümsemesidir

şebnem güneşi yalnız
kendi küçük dünyasında tanır

çöl, sınırsızlığın duvarı içinde
tutuklanmıştır

küçücük yaprakların titremelerinde
havanın görünmez dansını görüyor
ve onların parıltılarında göğün gizli
kalp atışlarını duyuyorum

armağanların için seni övdüğümde
hayret eden
çiçekli bir ağaç gibisin sen

dünya bana resimlerde konuşur
ruhum müzikle cevap verir

gök, güneşin hatırasını anmak için
sayısız yıldızlardan tespihini çeker

gece karanlığı, ıstırap gibi dilsiz
şafak karanlığı, huzur gibi sessizdir

gurur, ihtişamını taşlarda oyar
aşk feragatini çiçeklere sunar

dağ, uzak gök boşluğunun özlemi ile
sonsuza ulaşma arzusu içindeki bulut
gibi olmayı diler

kendi kara lekelerini
haklı gösterebilmek için
gündüze gece derler

iyi, kazançlı olduğunda
menfaat, iyilikte gülümser

şahlanan gururu içerisinde
su kabarcığı denizin gerçekliğinden
şüphelenir
güler ve boşlukta son bulur

aşk sonsuz bir gizliliktir
çünkü onu açıklayacak hiçbir şeyi yoktur

karanlıkta acı çeken bulutların
güneşi kendilerinin gizlediklerini unuturlar

tanrı kendisinden armağanlar istediğinde
insan kendi zenginliğini keşfeder

sana bir çiçek sunmak için geldim
fakat sen benim bütün bahçeme
sahip olmalısın
o, senindir

konuşulduğu zamanda bile
aşk gizliliğini korur
zira yalnız seven sevilmiş olduğunu
gerçekten bilir

güzellik yeter demesini bilir
kabalık, daha fazlası için
etrafı velveleye verir

tanrı bende, kendi hizmetçisini değil
fakat herkese hizmet eden
kendisini görmeyi sever

gecenin karanlığı
sabah sisi ile değil
gün ile ahenk halindedir

bilinmeyen bir çiçek, yabancı bir dünyada
şaire seslenir:
"aynı topraktan değil miyiz, sevgilim?"

tanrımı sevebilirim
zira o bana, kendisini inkar etme özgürlüğünü verir

gün batımı kızıllığı ile kızaran dünya
gece tarafından koparılmaya hazır
olgun bir meyveye benzer

yaratılışın yararına
ışık, karanlığı kendisine eş kabul eder

kör bir kalem için
yazan el gerçek değildir
onun yazdıklarının bir anlamı yoktur

meyveye duyulan arzu, çiçeği kaybettirir

gök, ay'ı tutmak için tuzak kurmaz
onu bağlayan kendi bağımsızlığıdır

benim ağacımın gölgesi, yoldan geçenler
meyvesi de beklediğim "birisi" içindir

ey çocuk, sen getirdin kalbime benim
mırıltılarını rüzgarın ve suyun
söylenmeyen sırlarını çiçeğin, rüyalarını
bulutun ve hayret dolu sessiz bakışlarını
sabah göğünün

belki, şüphe ile gülümser büyüyen ay
mükemmeliyeti bekleyen bir parça olduğu
söylendiği zaman

kelimeler olan çiçeklerin etrafında
yapraklar sessizliktir

benim adaklarım yol sonundaki mabet için değil
fakat beni her dönemeçte hayrette bırakan
yol kenarındaki ziyaretler içindir

senin gülümsemen sevgilim
bir yaban çiçeğinin kokusu gibi
sadedir fakat anlaşılamaz

benim kendiliğinden taşan benliğim
benim ve senin kıyılarının arasında
gürültülü okyanus vardır

akıllı nasıl öğretileceğini
aptal da nasıl gülüneceğini bilir

yakınlık engelini bile aşarak
bırak aşkın beni görsün

hayatın gölgeli derinliğinde
tenha yuvaları vardır hatıraların
kelimelerden yapılmış

bırak aşkım kendi kudretini
güne hizmetinde bulsun
sükununu da gecenin birleşiminde

gecenin yıldızları bana gündüzümün
solmuş çiçeklerinin hatıralarıdır

gitmek zorunda olana kapını aç
zira engel olunduğunda
kayıp daha da çirkin olur

şekil, madde; ritm, kuvvet de, anlam da
insanın içindedir

güneşin öpücüğü, bir olgunlaşma
terk edilişe doğru

erginliği arayanlar ve zenginliği
elde etmeye çalışanlar vardır
bense şarkı söyleyebileyim diye
senin arkadaşlığını bulmaya çalışıyorum

ağacın yaprakları gibi
kelimelerin toprağa dökülüyorlar
bırak düşüncelerim senin susuşunda
söylenmemiş çiçekler olsun

bulut, kendi boşluğu içinde gösterişli
bir görgüsüz olduğunu söyleyerek
gökkuşağına gülümsedi
gökkuşağı sükunetle cevap verdi:
"ben, güneşin gerçekliğinin
inkar edilemeyeceği kadar gerçeğim"

benim yeni aşkım uyanıyor
eskisinin sonsuz zenginliğini bana getirerek

insan, onları çelenkte ördüğü zaman
tanrının çiçeklerinin kendisinin olduğunu
iddia eder

ağaç için özgürlük değildir
azat edilmek
toprağın tutsaklığından

gün ışığı bana dünyanın kapısını açar
aşk ışığı da, hazinesinin

hayatın ilhamları
çocuklar şekline bürünerek gelirler

ebedi olarak kazandığım meyve
senin kabul ettiğindir

benim şarkılarım
senin deyişini sevdiğimi seslendirmektir

aşk armağan verilmez
kabul edilmeyi bekler o

son selamlarım
mükemmel olmadığımı bilenlere
ve sevenlere olsun