30.03.2008

altı ay bir güz

bilge karasu

istediğim, denizi yazmak. zümrütlerin, gökyakutların sabrını; ağaçların tarihsizliğini.. bir tek kıyısını kavrayabildiğimiz, anlamını ancak bir tek kıyısıyla kurduğumuz denizin öyküleri yoktur bir kara adamı için. yolculuklara, ister gerçek ister düşsel olsunlar, yakıştırdığımız son, öbür kıyıda bitse bile, deniz gene tek kıyılıdır, üzerinde yaşayıp çalışan biri olmadıkça. deniz, kara adamının yalnız sınırlarını kaldırışı değil, sınır düşüncesini içinden çıkarıp atıvermesidir. her şeyin bir aradalığının bir yerde başlaması ya da bitmesidir. istediğim, denizi yazmaktı. her şeyin bir aradalığına yenik düşeceğimi bile bile.

çağımız, suçluluk modaları çağı. suçluluk duygusu epey para kazandırıyor. insanı önce hiçbir şeyle doymaz, hiçbir şeye doymaz kılacaksın; sonra, doymaya yeltenmenin ne kadar kötü, ayıp, tehlikeli, hastalık yaratıcı olduğunu söyleyecek, söyleyecek, söyleyecek, beyinlere kakacaksın. duyuru sanayisinin kazandırdığı paraların kefaretini ödetmek için basın para kazanacak. geçinip gidiyoruz işte. yağla şeker, tütünle hava kanser olasılığını artırıyor. her gün, buna benzer inciler.

yaşamak, bir noktadan sonra ne kadar yineleyici oluyor!

usancı, bezginliği bir an unutturan bir şey varsa, yaşama sokuverdiğimiz umuttur. yaşama katabildiğimiz, katmayı becerebildiğimiz umuttur.

insan, sevgi görmüş ya da görmemiş olabilir ama önemli nokta, sevgi gördüğü ya da görmediği yolunda beslediği düşüncedir.

insanın; gönül borcuna boğazına dek saplandığı, saç dibine dek battığı bu kurtarıcı-bakıcı dünyası içinde, bir koza usluluğuna ulaşıp kalması beklenir. yüz suyu döküp buraya kabul edilmesini sağladıktan sonra hastanın attığı ikinci adım onu çocukluğunun bağımlı durumuna götürür. onu besleyen, altını silip değiştiren, yatağını yapan, giydirip soyan, gitgide sınırlaması gerektiğini her geçen saatle daha iyi anladığı isteklerini karşılayan büyükleri karşısında hasta, eslek, uysal, saygılı bir çocuk olmalıdır. 

umut, rahatsızlığının, yakınmalarının, iyileşilir, çaresi bulunur hastalıklardan olabilmesidir. durumun çaresiz olmadığı umududur. kaygı, yapılması gerekeceklerin fazla karışık, güç, acılı olması kaygısıdır.

insanlar yaşama, başkalarının yaşamına, başkalarına, gitgide daha saygısız oluyorlardı. hoş, saygısız olmak da değildi bu; saygıyı hiç bilmemiş, hiç öğrenmemiş olmalarıydı. bir güzellikle karşı karşıya geldiklerinde artık tanıyamamaları, içlerinde, bir kıpırtı olsun, duymamalarıydı. ellerine ayaklarına bile, kalabalık içerisinde yaşayan insanlar olarak, söz geçirememeleriydi; neredeyse, zaten ürkek kedileri ürkütmeyi kişiliğini kanıtlamak belleyen küçük çocuklardan daha başka, daha olgun bir davranışta bulunmadıklarını anlayamamalarıydı.

kıskançlık üçlü bir ilişkidir.

acı bizi durduracağına göre yapılacak tek şey, hangi yoldan olursa olsun, nasıl bir yöntem uygun görünüyorsa o anda, müshil yutup içinden atar gibi, o acının dibine dek inip işini bitirmektir. önemli olan o acıyı, yeni bir güne engel olmasını önleyecek hızla atmaktır, yaranı ondurmaktır. ama ondan da önemlisi, en önemlisi, acıdan önceki yaşamı bu sınırı aşarak, bu çeperi çatlatarak, dolu dolu sonuna dek yaşamaktır. yaşantılar; iyi kötü, hoş tatsız, nasıl olursa olsun; ama eksiksiz, gerçekten eksiksiz olmalı. düşleri de, olanakları da son damlasına, son tozanına dek kullanmalı.